24 Ekim 2020 Cumartesi

Kalpten Gelen Komut

 

Elinde bavuluyla çıktı apartmanların merdivenlerinden usulca; komşularını gürültü yapıp da uykularından uyandırmak istemiyordu.

Kapının kilidini yavaşça açtı.

Çarpıp gürültü olmasın diye yavaşça kapatırken kapıyı, evin girişinde duran aynaya kendini bir daha üzgün görmeyeceğine dair söz verir gibi baktı.

Evde sadece sokaktan gelen kuş sesleri vardı, bir de onu karşılayan kedilerinin sesi.

Etraf çok dağınıktı, hiç olmadığı kadar.

“Nasılsa yedek anahtar vermiştim ona, tüm güvenimle…” diye düşündü,

“Kedilere bakmaya geldiğinde nasılsa evi de toparlar.” diye hayal etmişti kafasında, her şeyi bırakıp giderken, evin dağınıklığı bundandı.

Ama gidememişti, buradaydı;

Kalbinden gelen komut, beyninden gelen komuta baskın çıkmıştı.

Hazırladığı ufak bavulu sakince boşaltırken, düşünceler yine akmaya başladı zihninden.

“Uzun zamandır bir umudun içine hapsedildim. Ben miydim kendimi buna mahkum eden, yoksa başkaları mı?”

Dolabını yerleştirirken, kullanmadığı ve hala evinde tuttuğu ne çok kıyafeti ve eşyası olduğunu fark etti, bir yandan da onları seçmeye başladı.

Kendine sorular sorarken, gözyaşları yanaklarından halıya doğru süzülüyordu.

“Eğer başkasıysa beni gerçekleşmeyecek bir umudun içine hapseden, bunu yapmasına nasıl göz yumabildim? Kendime bunu neden yaptım?”

Kediler merakla ve hızla yanına geldiler, mırlayarak bacaklarında dolanmaya başladılar, “Merak etme, biz yanındayız, her şey düzelecek, eskisinden bile daha iyi olacak.” der gibiydi tavırları.

Apartman kapısının önündeki sokak kedisini hatırladı birden, “Ben de senin gibiyim demiştim ona. Eğer o da benim gibiyse onun da karnı zil çalıyordur açlıktan.” diye düşündü.

Kalbinden ve beyninden ortaklaşa gelen komutla beraber kendi kedilerinin mamasından alıp merdivenlerden aşağıya inmeye başladı, sokaktaki bilge kediye vermek için.

Kedi mamasını yerken, o da onu kendini sever gibi okşuyordu, kedi de ona mırlayarak ne kadar mutlu ve müteşekkür olduğunu anlatıyordu.

Merdivenlerden çıkarken, komşuların evlerinden gelen seslerle hayatın yavaş yavaş akmaya başladığını anladı.

İçeri girdiğinde kedileri onu her zamanki mutlulukla karşıladı yine.

Ne güzeldi böyle karşılanmak, “Ben daha önce kedisiz bir evde nasıl yaşayabildim?” diye geçirdi içinden.

Ayırdığı eşyaları ve kıyafetleri vermek için belediyelerin numaralarına baktı internetten, kullanmadığı nesnelerin ihtiyaç sahibi kalplere gitmesi için.

“Bazen insanların elinde kalan tek şey umut etmektir.” diye düşündü, evinde ihtiyaç duymadığı ve başkalarının kullanabileceği neler olabilir diye etrafa göz gezdirirken. 

“Belki ben de başkasına umut olurum bu sayede; onu umudun içine hapsetmek için değil, hayatını güzelleştirmek için.”

Zil çaldı, kapısının hemen arkasında duruyordu onun birkaç dakikalığına da olsa gittiğinden ve hiç olmadığı biri gibi geri döndüğünden habersizce.

Kocaman bir gülümsemeyle açtı kapıyı, “Simitler sıcak.” dedi, “Vegan olan başka bir şey olmadığı için bunu aldım çıtır çıtır yeriz diye, hadi çay koy, ben diğer kahvaltılıkları hazırlarım.”

Çay koyarken kalbiyle düşünmeye başladı yine: “Her şey bitince acısını çıkarırız belki yapamadıklarımızın, her şey bitmese bile belki bir yolunu buluruz. Hatta hızımızı alamayıp içimizde kalan tüm şeyleri de yaparız belki bir gün, söyleriz, yeriz, içeriz, bağırırız, sarılırız, ağlarız…”

Kedileriyle beraber otururken sofraya, ona kullanmadığı giysi veya eşyaları olup olmadığını sordu. 

“Yarın belediyeden kullanmadığım eşyaları almaya gelecekler, istiyorsan sen de getir, hepsini beraber verelim.” 

Kafasını mutlulukla aşağı yukarıya sallayan bir “Olur.” yanıtı aldı beden dili ve jestlerle.

“Bazı sonlar tanıdıktır.” diye geçirdi içinden, “Yine eski bir sona yaklaşıyorum; ama bu sefer ben yeniyim, farkındayım. Sahip olduğum tek şey şu an. Sadece şimdi. Bana ait. Sonsuz olasılıkla dolu.
Hepsi bu kadar.”

17 Ekim 2020 Cumartesi

Beyinden Gelen Komut

 

Elinde bavuluyla indi apartmanların merdivenlerinden usulca; komşularını gürültü yapıp da uykularından uyandırmak istemiyordu.

Apartmanın kapısını yavaşça açtı.

Çarpıp gürültü olmasın diye yavaşça kapatırken kapıyı, ona sanki bir daha hiç görmeyecekmiş gibi baktı.

Sokakta sadece kuş sesleri vardı, bir de kedi.

Narlar sarkıyordu dallarından, hiç olmadığı kadar.

Rüzgâr, sonbaharla beraber dökülen bütün yaprakları uçurarak, çok sıcak geçen bir yazdan sonra tatlı bir serinlikle okşuyordu yüzünü.

Yollar bomboştu, sokaklar boş.

Beyniyle ayaklarına ileriye doğru adım atmasını komut verse de kalbi onu geri geri götürüyordu.

Kimseyle vedalaşamamıştı, daha doğrusu vedalaşmamıştı;

Çünkü vedaları hiç sevmiyordu,
Günbatımının Ay'la kavuşmaya,
Gündoğumunun Güneş'le buluşmaya sebep olduğunu
Bile bile üstelik…

Yavaşça yürümeye başladı sessiz sokaklarda, gürültülü zihniyle.

“Her şey değişir.” diye geçirdi içinden ve devam etti düşünmeye:

“İyi ki ve maalesef her şey değişir.
Her şey değişir maalesef,

Tam da alışmışken, her şey yoluna girmişken…
Hazır mıydım hayatın ve insanların kötü sürprizlerine?
Peki kendime? Pişmanlığa hazır mıydım?”

Sonra “İyi ki her şey değişir.” diye geçirdi içinden ve devam etti düşünmeye:
“Bundan sonra düzelmez, ne yapsam da olmaz dediğim şeyler bir anda değişir belki de, bana her zaman umut taşıyıp vazgeçmemek lazımmış dedirtecek kadar huzur vererek üstelik.
Peki ya ben? Sabredecek kadar güçlü müyüm?”

Yürürken bir anda durdu yolun ortasında, beyninden gelen komut kalbine yenilmişti bu sefer.

Kafasında tek bir soru vardı: “Her şey böylesine değişirken, ben ne zaman bıraktım değişmeyi?”

Adımlarını kararsızca atmaya başladı.

“Henüz çok gitmemişken geri dönsem mi?” diye sorarken kendine, yarım bıraktıklarını hatırladı.

Kendini ne kadar yarım bıraktığını hatırladı.

Vedalaşmadıklarını hatırladı.

Şu ana kadar veda ettiği tek kişi olmuştu onun: kendisi.

“Bütün duygular anlık.” diye düşündü, tabii bu "an"dan ne anladığına bağlı.

“Kalbim kırık, umutsuz ve muhtaç.

Sahip olduğum tek şey anılarım, sebepsiz sonuçlarla dolu anılar.

Onlara da sahip çıkmıyorum.

Ürkek bir cesaretim var,

Gözü kara ve çekingen.

Sebepsiz sonuçlarla dolu değil anılarım, her şeyin bir sebebi vardı.

Adımlarım sağlam değil şu anda, duygularım beni yönetiyor,

Geri mi dönmeliyim, ilerlemeli miyim?

Evet, öyle olmalı, her şeyin bir sebebi vardı.

Anlık duygularım.

Hayatım anlık.”

Hızlı hızlı geri dönerken kirada oturduğu dairesine, gözleri parlayarak bakıyordu etrafa.

O ağaç hep orda mıydı, o çiçek hep böyle güzel miydi, hava ne ara bu kadar güzel olmuştu?

Kedi orda duruyordu, apartmanın kenarında.

Kendisine merakla bakan kediye seslendi:

“Senin gibiyim bende, sahip olduğum tek şey şu an. Sadece şimdi. Bana ait. Sonsuz olasılıkla dolu.
Hepsi bu kadar.”

10 Ekim 2020 Cumartesi

Kara Delik

 

Akşamüstü.

Hava daha kararmamış.

Yere düşen sarı sarı yapraklar arasında eve doğru gidiyorum uça uça, kurtulduğum bütün olasılıkların hafifliğiyle.

"Acaba iyi sanıp kendime ağırlık yaptığım başka neler var?" diye soruyorum kendime.

Kendi kendime sırıta sırıta yürüyorum yolda, size de oluyor mu?

"Bırakmayı bilmek lazım." diyorum içimden,

"Hiçbir şeye tutunmamak lazım. Bahanelere, geçmişe, kişilere, şeylere, olaylara, mekanlara, zamana... Hiçbir şeye…"

Sonra her zamanki gibi düz yolda yürürken takılıp sendeliyorum ve sonunda güle güle, sağ salim eve varıyorum.

Sonra uzanıyorum kanepeye, kedilerim de kıvrılıyor hemen yanı başıma.

Önümde kitap açık, evreni anlatıyor.

Kitabı okudukça kara deliklere benzetiyorum hepimizi.

Gökyüzünde çökmüş yıldızlardan oluşuyormuş kara delikler, kendi ağırlıklarıyla içlerine doğru çöküyorlarmış.

Tanıdık geldi mi?

Yeryüzünde çökmüş insanlardan oluşmuyor mu insanlık, kendi ağırlıklarıyla ve kendine ağırlık ettikleriyle içlerine doğru çöken insanlardan?

Halbuki içimize çökmememiz lazım bizim, içeriden genişlememiz lazım.

Kendimize o kadar uzağız ve kendimizi o kadar sabote ediyoruz ki,

İçimize bir labirent örmüşüz, kendimize kavuşmamızı engelleyip geciktiriyoruz.

Halbuki labirentin yaratıcısı da bizleriz, yola çıksak hatırlayacağız.

Kara deliklerdeki gibi zamanı bir anlığına yavaşlatsak, zihnimizi bir an sustursak,

Bütün o telaşı, kaygıyı, geçmişi, geleceği, gereklilikleri atıversek bir kara deliğin içine,

Sadece bir an o labirentin sonunu görebilsek…

Labirent de biziz, onu yaratan da.

Yolun başı da biziz, yolun sonu da.

Başımıza ne geliyorsa, ne yaşıyorsak, hepsi kendimizden kaynaklı.

Yaşamak yeterince zorlaşabiliyor,

Labirentlerle, tuzaklarla, oyunlarla, hesaplarla daha da zorlaştırmak ne kadar mantıklı?

Sorular biraz azalınca, hemen içime dönüyorum, kendime ne zorlukta bir labirent kurmuşum diye.

Kara delikleri hayal ederek dalıyorum daha sonra uykuya,

İnsanlığın girdiği bütün sınavları vermesi ve sınıfta kalmaması umuduyla…