Akşamüstü.
Hava
daha kararmamış.
Yere
düşen sarı sarı yapraklar arasında eve doğru gidiyorum uça uça, kurtulduğum
bütün olasılıkların hafifliğiyle.
"Acaba
iyi sanıp kendime ağırlık yaptığım başka neler var?" diye soruyorum
kendime.
Kendi
kendime sırıta sırıta yürüyorum yolda, size de oluyor mu?
"Bırakmayı
bilmek lazım." diyorum içimden,
"Hiçbir
şeye tutunmamak lazım. Bahanelere, geçmişe, kişilere, şeylere, olaylara,
mekanlara, zamana... Hiçbir şeye…"
Sonra
her zamanki gibi düz yolda yürürken takılıp sendeliyorum ve sonunda güle güle,
sağ salim eve varıyorum.
Sonra
uzanıyorum kanepeye, kedilerim de kıvrılıyor hemen yanı başıma.
Önümde
kitap açık, evreni anlatıyor.
Kitabı okudukça kara deliklere
benzetiyorum hepimizi.
Gökyüzünde çökmüş yıldızlardan oluşuyormuş
kara delikler, kendi ağırlıklarıyla içlerine doğru çöküyorlarmış.
Tanıdık geldi mi?
Yeryüzünde çökmüş insanlardan
oluşmuyor mu insanlık, kendi ağırlıklarıyla ve kendine ağırlık ettikleriyle
içlerine doğru çöken insanlardan?
Halbuki içimize çökmememiz lazım
bizim, içeriden genişlememiz lazım.
Kendimize o kadar uzağız ve kendimizi
o kadar sabote ediyoruz ki,
İçimize bir labirent örmüşüz,
kendimize kavuşmamızı engelleyip geciktiriyoruz.
Halbuki labirentin yaratıcısı da
bizleriz, yola çıksak hatırlayacağız.
Kara deliklerdeki gibi zamanı bir
anlığına yavaşlatsak, zihnimizi bir an sustursak,
Bütün o telaşı, kaygıyı, geçmişi,
geleceği, gereklilikleri atıversek bir kara deliğin içine,
Sadece bir an o labirentin sonunu
görebilsek…
Labirent de biziz, onu yaratan da.
Yolun başı da biziz, yolun sonu da.
Başımıza ne geliyorsa, ne yaşıyorsak,
hepsi kendimizden kaynaklı.
Yaşamak yeterince zorlaşabiliyor,
Labirentlerle, tuzaklarla, oyunlarla,
hesaplarla daha da zorlaştırmak ne kadar mantıklı?
Sorular biraz azalınca, hemen içime
dönüyorum, kendime ne zorlukta bir labirent kurmuşum diye.
Kara delikleri hayal ederek dalıyorum
daha sonra uykuya,
İnsanlığın girdiği bütün sınavları
vermesi ve sınıfta kalmaması umuduyla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder