19 Mart 2020 Perşembe

Sor Ona

Kanatları olup da özgürce uçamayan, huzursuz ve mutsuz bir şekilde kafesinden çıkış yolu arayan kekliğe sorsan şimdi cehennem var mı diye, sana ne cevap verir?
Endonezya’da yüzlerce yarasayı toplayıp yakan insanların elinden kaçmayı başarmış bir yarasaya sorsan şimdi, eğer cehennem varsa şeytan kimdir diye, ne cevap verir sana?
Ben söyleyeyim ne diyeceğini:Cehennem var, cehennem Dünya, şeytan da insan.”
"Cehennem boş, bütün şeytanlar burada." diyen William Shakespeare bunu boşuna söylemiş olamaz değil mi?
Dünya sadece bize ait değil, diğer tüm hayvan dostlarımız da Dünyalı.
Bütün o manevi inançlarımıza rağmen ne meraklıyız dünyevi olan ne varsa.
Bu nasıl bir üstünlük kompleksi ki kendimizi her şeyin sahibi ve bütün canlıların üstünde görüyoruz?
Bu yaşananlar insanın doğayla savaşmasının ve doğaya zarar vermesinin sonucu.
Hayvansal protein tükettikçe hastalık riski yükseliyor ve iklim krizinin en önemli sebeplerinden biri haline geliyor.
Bu krizin tek sebebi ekolojik kriz.
Gelecek veganlıkta ve doğaya savaş açmak yerine onun kurallarıyla, onunla uyumla şekilde yaşamakta.
Bunu öyle ya da böyle bütün insanlar kabul edecek, yoksa görüyorsunuz ki doğa kendi işini hallediyor.
Sorsan herkes inançlı, herkes tam teslimiyet içinde, market rafları ve maske satıcıları aksini gösterse de.
O kadar inançlı ki bir çölyak hastasının ihtiyacı olan glutensiz unu evinde stoklamış.
O kadar teslimiyet içinde ki, bir kanser hastasının ihtiyacı olan maskeyi sağlıklı olmasına rağmen evinde stoklamış.
“Herkes bana bir şey olmaz.” diyor, “Allah korur beni, Allah’ın evine virüs bulaşmaz.”
Peki ölürsen ne olacak, Allah’ın takdiri mi?
Bu nasıl bir ikilem?
Pandemi ilan edilen bir dönemde ucuzluk var diye nasıl koşa koşa mağazaya gidersin?
Hani dünya malı dünyada kalıyordu?
Her şeyi bir kenara bırakın, hayatınız bu kadar ucuz mu sizin, kendinize verdiğiniz değer bu mu?
Canınızdan daha önemli hangi eşya olabilir?
Kendi adınıza bir korkunuz olmasa bile, başkasına sebep olmaktan da mı korkmuyorsunuz?
Cehalet, cahil özgüveni ve doğaya bu kadar zarar vererek göreceğiniz tek şey ölümler olur maalesef.
Zaman çok hızlı ilerliyor diyorduk, sanki zaman yavaşlamaya başladı, fark ettiniz mi?
Mesela öğrenci yurduna ahır benzetmesi yapılınca benim için zaman resmen dondu, ben de dondum.
Bazı ülkelerin kronik hastaları ve yaşlıları gözden çıkarması veya gözden çıkarmak zorunda kalmasıyla ilgili haberleri okuyunca yine donduk zamanla beraber.
Hala insanların ev gezmelerine gittiğini, ibadetlerini ibadethanelerde yaptıklarını, karantinadan kaçmaya ve kaçırılmaya çalışan insanları görünce de donuyor her şey; çünkü dünya bu haldeyken bunu yapmak intihar ve cinayet girişimiyle eşdeğer geliyor bana.
İnsanların evlerine yaptıkları stokları çekip paylaştığı görüntüleri izlerken hele zaman da donuyor, ben de donuyorum; ama bir tek hissettiğim utanç donmuyor, çığ gibi büyüyor.
Dikkat edin o stokladıklarınızı yerken obez olmayın, kilo da bir sürü sağlık sorununa sebep oluyor sonuçta.
Ne kadar çabuk değişiyor her şey, geçen hafta neler konuşuyorduk hatırlayan var mı?
Ne olacaksa olacak, hiçbirimiz doğa karşısında güçlü değiliz.
Şu anda ilk yapmamız gereken kendimiz, sevdiklerimiz ve insanların geri kalanı için dışarıya çıkmayı en aza indirip, virüsten korunmak için uzmanların dediği ne varsa yapmak.
Kimse bizden büyük büyük dedelerimiz ya da ninelerimiz gibi cepheye çıkıp savaşmamızı ve ölmemizi beklemiyor, tek istenilen evden dışarı çıkmamamız.
Yeni bir başlangıç yapalım kalan ömrümüz için; doğayı yok etmeyi, doğayla savaşmayı, hayvan cinayetlerini ve hayvan sömürüsünü bırakalım artık.
Zihnimizdeki bütün kaotik düşünceleri baharla beraber gömelim toprağa, toprak affedicidir, bize papatya olarak geri verir endişemizi.
Doğa hızla tamir eder kendisini ve eğer istersen kendini ısrarla doğanın bir parçası olarak görmemene rağmen seni de iyileştirir.
Bak, insanların yokluğunda ne güzel iyileştirdi kendini Venedik’te, su berraklaştı, balıklar geri döndü, kuğular yüzüyor o berrak suda şimdi.
Belki de doğa dünyayı bir virüsten temizlemeye çalışıyordur, insandan, ne dersin?
Küresel ve yerelde ne yaşarsak yaşayalım, bütün bu olayların verdiği mesajı ben kendimce şöyle yorumladım:
Korkunun yerine sevgiyi,
Nefretin yerine şefkati,
Öfkenin yerine merhameti,
Baskının yerine özgür bırakmayı,
Utandırmanın yerine yardım etmeyi,
Küçümsemenin yerine anlamayı,
Yargılamanın yerine saygı duymayı,
Bencilliğin yerine paylaşımı,
Kıskançlığın yerine mutluluğu,
Açgözlülüğün yerine bölüşmeyi,
Benim yerime kendini koy.
En kısa sürede yeniden sarılabilmek dileğiyle…

Hiç yorum yok: