30 Ocak 2021 Cumartesi

Uyanın

Sabahları uykudan uyandığımda gündüz rüyasına mı dalıyorum? Tam olarak ne zaman uyanık durumdayım?

Geceleri gördüğüm rüyalar o kadar gerçek ki, sabah uyanınca başlayan hayatlar o kadar kurgu ki, yaşadığımız hayatların rüya olmadığını düşünmeden edemiyorum.

Yaşadığım kendi rüyamdır umarım, kabuslarım, hayatım ve hayallerim de.

Duygularım benim, ondan eminim. Vücudumla duygularım epey uyumlu hareket ediyor.

Vücudum duygularımı kontrol altına almadan ve dengeyi sağlamadan konuşmamı engellemeye çalışıyor; çünkü ne zaman sinirlensem, hayal kırıklığına uğrasam ya da üzülsem sesim kısılıyor ya da aşırı çatallı çıkarak konuşmamı acı verici hale getiriyor.

Peki duygularımı kontrol edemiyorsam, o duygular yine benim mi oluyor?

Yıllardır bilge insanlar duygu kontrolü konusunda çalışmış, çoğu başarılı olmuş, bir kısmı dengeyi sağlayamamış.

Kibir, hor görme, öfke, üzüntü, küçümseme gibi duygularla karşımdaki kişiye sinirle söylediğim sözler, bakışlarım, o anda çıkan sesim, jestlerim, mimiklerim, bunlar gerçekten ben miyim? Zaman geçtikçe duygularıma daha hâkim, daha anlayışlı, sabırlı ve sakin olmam gerekmez mi? O zaman onca tecrübeye ne gerek var, dengeyi kuramayacaksam yaş almanın ne mantığı kalıyor?

Az önce anlattım, vücudum bile duygularımın kontrolünü kaybedince sesimi kısıp kendime gelmem için beni uyarıyor, dengede kalmak için o da iş birliği yapıyor.

Peki ben gerçekten her bir anımı dolu dolu ve kendimin, düşüncelerimin, hareketlerimin farkında olarak yaşıyor muyum?

Yoksa otomatik pilottaymış gibi ya da bir robot gibi, tadını çıkarmadan ve şuursuzca mı yaşıyorum?

Yaşadığım kendi hayatım mı?

Aldığım kararların hepsi benim mi, emin miyim, gerçekten benim kararlarım mı? Yoksa başkalarının ne diyeceğini önemseyerek veya başkalarını mutlu etmek amacıyla alınmış kararlar mı?

Duygularım benim, ondan eminim demiştim. Ama şimdi sorguluyorum, gerçekten benim mi o duygular da? Kontrolü bende olmayan şeyler nasıl benim olabilir?

Her zaman yaptıklarımın sorumluluğunu alıyorum, başkalarını değil kendimi düzeltmeye çalışıyorum; çünkü kimse değişmeyecek. İnsanlara başkalarını eleştirmek, kendini eleştirmekten daha kolay geliyor, aslında başkalarıyla uğraşmak da kendinden kaçmanın bir çeşidi, sürekli dedikodu yapan insanlar da kendinden kaçıyor. Ben kaçmayı sevmiyorum, ben bir savaşçıyım, “insan” olmayı anlamaya ve kendimi insan olmaya yaklaştırmak için savaşıyorum, bu savaş bazen nefsimle, bazen de egomla; ama asla başkasıyla değil. Herkes hep mükemmel, kusursuz ve kendileri dışındaki herkes kusurlu; bununla uğraşmaktansa kendimi daha sakin hale getirmeye çalışıyorum.

Kendini bilmek önemli olan; bilmek ve farkında olmak değişimin ilk adımı. Bildikçe rüyalar ve gerçekler üzerindeki ayrım da önemini kaybediyor; çünkü önemli olanın kendimi bilmek, duygularımı kontrol edebilmek, dengede ve sakin kalmak olduğunu anlıyorum.

Kendimi bildikçe rüyalarım gerçek, gerçeklerim rüya oluyor.

Kendimi bildikçe gözlerimde perdeyle uyuklayarak dolaşmıyorum;

Çünkü benim amacım Uyanmak!

22 Ocak 2021 Cuma

Öğretmenim Doğa

Sabah gördüm pencereden

Çimenlerin üzerinde bir karga, bir kedi, bir köpek üçgen olacak şekilde duruyordu hiç hareket etmeden,
Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı nefes bile almadan.
Karganın ufak bir kanat çırpışıyla kaçtı köpek.
Kedi kargaya bakıyordu hem meraklı hem ürkek.
Kim oldu sonraki kaçan göremedim uzaktan, köpek geldi pencerenin önüne yavaştan:

"Benim amacım oynamak, yaşadığım andan zevk alıp mutlu olmak." dedi, "İnsanlar böyle değil, sürekli hesap yapıyorlar. Yüzlerine gerçekleri söyleyince kendilerine hakaret edilmiş gibi bozuluyorlar, hâlbuki duydukları şey sadece gerçekler." Anlamayan bir ifadeyle yüzüme bakıp ekledi: "Gerçekleri duymak hoşlarına gitmiyorsa gerçeklerini değiştirsinler."

 

Öğleden sonra önünde kalp olan bir kedi çıktı karşıma; "İlkbahar gelecek." dedi, "Çünkü şu ana kadar gelmediği hiç görülmedi."

Kediyle vedalaşarak yoluma devam ederken bir kuş selamladı beni, "Her şey geçer ve değişir." dedi, "Bak dalına konduğum ağaca, yapraklarını dökmüş ve kupkuru dururken şimdi nasıl da tomurcuklandı." ve ekledi: "Ağaca bakarak hatırla her şeyin nasıl geçici ve kırılgan olduğunu; çünkü ağaç yine dökecek yapraklarını."

Kuşla vedalaşmamın ardından bir portakal ağacı çiçeklerinin kokusuyla sarmaladı beni, "İyice çek beni içine." dedi, "Bütün kâbuslarını, korkularını, kayıplarını, kalp kırıklıklarını, yorgunluğunu, yalnız bırakılmanı, yaşatılan tüm kötü anları unuturcasına çek." Ve hatırla ne demişti Nazım: "Hak haksızlıktan yüce, sevgi nefretten üstün, aydınlık karanlıktan güçlü..."

Portakal ağacıyla vedalaştıktan sonra çiseleyen yağmurun altında Nazım'ın sözleriyle yolumda yürümeye devam ettim:

"Yürümek;
yolunda pusuya yattıklarını,
arkadan çelme attıklarını
bilerek
yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek..."
Yürekten gülerek ve gözlerimde yaşlarla karşılıyorum seni, hoş geliyorsun nisan.

 

Akşamüstü. 

Hava daha kararmamış. 

Portakal çiçeği kokuları arasında eve doğru gidiyorum uça uça, doğanın öğretmenim olmasına kendimi açmamın hafifliğiyle. 

"Acaba iyi sanıp kendime ağırlık yaptığım başka neler var?" diye soruyorum kendime bir yandan. 

Kendi kendime sırıta sırıta yürüyorum. 

"Bırakmayı bilmek lazım." diyorum içimden, "Hiçbir şeye tutunmamak lazım. 

Bahanelere, geçmişe, kişilere, şeylere, olaylara, mekânlara, zamana... Hiçbir şeye." 

Sonra her zamanki gibi düz yolda yürürken takılıp sendeliyorum; sonunda güle güle, sağ salim eve varıyorum.

 

Akşam kedilerim karşılıyor beni evde. Özellikle bir kitabın yanından dikkatimi çekmek için ayrılmıyorlar. Hemen bakıyorum daha önce okuyup bitirdiğim kitabın altını çizdiğim yerlerine.

Joe Vitale'nin antik Hawai H'oponopono öğretisini, eğer bir sorunu çözmek istiyorsak kendi üzerinizde çalışmamız gerektiğini ve bunun bir affetme, tövbe ve değişim süreci olduğunu anlattığı Sıfır Limit kitabı. Bu süreç için dönüştürücü dört cümleden bahsediyor: "Özür dilerim. Beni Affet. Seni Seviyorum. Teşekkür ederim."

Kedilerime bakıp onlar üzerinden dünyadaki bütün canlılara söylermişim gibi başlıyorum konuşmaya: "Sizi ve kendimi olumsuz etkileyen şeyler yaptıysam sizden ve kendimden özür dilerim. Beni affedin, kendinizi affedin, ben kendimi ve sizi affediyorum. Size, kendime, hayata teşekkür ederim, teşekkür etmeyi ne çok unutuyoruz, nefes alabilmek bile muhteşem bir sebep hâlbuki. Ve sizi seviyorum, kendimi seviyorum, hayatı her şeyiyle seviyorum."

Kedilerim de mutlu bir şekilde mırlayarak yanıma geliyorlar: "Hatırla anne, neydi o sevdiğin söz?"

"Öğrenmek ve yapmamak aslında öğrenmemektir. Bilmek ve yapmamak aslında bilmemektir."

Kucağıma doğru gelirlerken hatırlatıyorlar unuttuklarımı: "Hepimiz biriz anne, birimiz değişirsek hepimizi etkileriz. Hadi anne, bir kez daha bırakalım başkalarını, hepimiz için, kendimizi dönüştürelim."


14 Ocak 2021 Perşembe

Duygu Türbülansı

 Gördüğüm en iyi karikatür hayat, bildiğim en iyi mizahçı Tanrı/Allah/Doğa/İnsan/Kaynak/Enerji (Neye inanıyorsan)…

Bazen senaryoyla, çoğunlukla doğaçlama, oynuyoruz bize biçilenlerden seçtiğimiz oyunumuzu, birer mizah tiplemesi olarak mizahçının karikatüründe. Bazen dram, bazen çok komik, en fazla trajikomik; bazen biz trajikleştiriyoruz, bazen diğer tiplemeler…
Geçmişe dönüp eski sayılarımıza bakıyoruz, eskiden yaptıklarımıza gülüp geçiyoruz, şimdi olsam yapmazdım diyoruz; çoğu zaman da kendimizi gereksizce kahrediyoruz geçmiş için, şimdiki anımızı bu şekilde harcayıp zihnimizde yeni kötü anılar çöplüğü oluşturuyoruz.
Hepimiz birer mizah dergisiyiz; ama ben en çok gelecek sayılarımızı merak ediyorum; çünkü her an bir duygu türbülansındayız, dengede kalabilmeyi kendimize de başkalarına da çok zorlaştırıyoruz.

Kendimizi sürekli başkasına, hayatımıza, kendimize kızarken bulmuyor muyuz?

Tam “Şimdi uyanığım, dengedeyim.” dediğimiz anda kontrolümüz dışında bir şey gerçekleşiyor ve duygularımız yine türbülansa giriyor, fark ediyor musunuz mizahı?

Fark etmezseniz eğer hayat hep yaralı, acı içinde ve mutsuz geçer; olaylara baktığımız yeri değiştirmemiz ve biraz genişletmemiz gerekiyor.

F. Lenoir bilgelikle ilgili yazdığı kitapta mizahın erdemlerinden bahsediyor: “Mizah bana bilgeliğin vazgeçilmez bir unsuru gibi geliyor. Bir taraftan, varmaya çalıştığımız ideal ile yaşadığımız gerçeklik arasındaki -trajik ve dolayısıyla gülünesi- boşluğu doldurmaya imkan verir. Hayıflanıp ağlamaktansa, sınırlarımıza, yaralanabilir taraflarımıza ve eksiklerimize gülmek daha iyidir. Diğer taraftan mizah, bizi daha yolun başında ciddi, kibirli ve kendini beğenmiş bir hale sokabilecek ruhsal yolculuğumuz içinde bizi hafifletir ve daha mütevazi hale getirir.”

Bu yok edici kontrol duygusundan kendimizi çekip kurtarmamız gerekiyor. Başkalarının nasıl düşüneceğini, ne yapacağını, kimlerle görüşeceğini, ne konuşacağını vd. biz belirleyemeyiz. Bizim belirleyeceğimiz ve üzerinde kontrol sahibi olabileceğimiz tek şey kendimiziz; kendi düşüncelerimiz, duygularımız, olaylara vereceğimiz tepki, olaylar karşısında hissedeceklerimiz… Zaten kendi üzerimizde kontrolümüz olmadığı için sürekli başkalarını düşünüp onlarla uğraşıyoruz.

Kendimizi ve başkalarını rahat bırakmayı hak ediyoruz, mutluluğu gerçekten hak ediyoruz. Ama en derinlerde yatan komplekslerimiz ve kendimizi değersiz hissetmemiz yüzünden (kendimizi gerçekten sevmememiz), bu başkalarını kontrol duygumuzu sevgi adı altında maskeliyoruz. Gerçek sevgi kontrol etmeye çalışmaz, hakimiyet kurmaz, özgür bırakır, olduğu gibi sever, değiştirmeye çalışmaz; hangimiz gerçekten seviyoruz? Hangimiz kendimizi gerçekten seviyoruz? Peki hangimiz kendimize karşı dürüstüz?

2021’de yeni bir defter açtık ya hepimiz, ben kendimi zorlamak istiyorum, daha iyi ve her an uyanık (farkında, bilinçli) olmak için. Kendimi yıkık dökük bir ev gibi hissetmek için bir sürü sebep bulabilirim, bir enkaz gibi; ama tercihim bu sene asla böyle hissetmek olmayacak. Onun yerine o enkazın önünde açan çiçekler ve yeşeren tazecik bitkiler gibi hissetmeyi seçeceğim, o enkazı gerekirse yerle bir edip yeniden temellendireceğim ve bunu hep kendimle dalga geçerek, kendimi severek, hayatı her şeyiyle kabul ederek yapacağım.

Bütün hatalar benim, bütün acılar benim, bütün hastalıklar benim, bütün gözyaşları benim ve bunların hepsi muhteşem birer öğretmen, bu öğretmenler bana her seferinde bunlardan daha fazlası olduğumu, hayatın bundan daha fazlası olduğunu öğretiyor. Gördünüz mü? Bu tamamen baktığım yerle ilgili, nasıl hissetmeyi seçtiğimle ilgili. Dramda boğulmayı değil, olanı neşeyle kabul etmeyi seçiyorum. Başıma gelen şeyin beni beslemesine izin veriyorum, beni tüketmesine değil.

Üzerinde kontrol etme gücüm olmayan şeylerin beni yıllarca yıpratmasına izin verdim, sizin de yaptığınız gibi; artık istemiyorum, elimden geleni yapmanın verdiği rahatlıkla kendimi hayata tamamen teslim ediyorum. Sanki hayatım dümdüz bir yoldu, yolun sonunda türlü bahanelerle göz ucuyla bile bakmaya korktuğum bir uçurum vardı ve o uçurum hayattı. Ama şimdi yolun sonundan kendimi o uçuruma büyük bir iç huzuruyla bırakıyorum; hayatın içinde eriyerek, onunla iç içe geçerek, her atom parçasında kaybolarak, her atom parçasında tekrar tekrar doğuyorum.

Bugün aynaya baktığında kendinde beni de görür müsün?

9 Ocak 2021 Cumartesi

Geriye Kalan

 

2020’nin ikinci sezonu gibi başladı 2021.

Değiştik diyoruz, değişeceğiz diyoruz, değişmeliyiz diyoruz; ama sadece konuşuyoruz.

Hiç durmadan konuşuyoruz. Dinlemeden, anlamadan konuşuyoruz.

Belki biraz sussak, kafamızdaki kurbanı sessize alıp kendimize acımayı bıraksak, zihnimizdeki yargıcı sessize alıp kendimizi ve başkalarını yargılamayı bıraksak, belki söylediklerimizi yapabilmek için biraz enerji kalır içimizde.

Ama bunun yerine kendimizi de başkalarını da tüketiyoruz.

Tüketmek uzmanı olduğumuz bir konu, üretme konusundaki başarısızlığımızın aksine.

Hayatımızı öyle bir tüketiyoruz ki, geriye bizden sadece bir tahta parçası kalıyor, o da geçici üstelik (Öldükten sonra mezarlık yapılana kadar mezar başına konulan tahta parçası.).

Anılarını, sevdiklerini, varsa ürettiklerini ve diğer her şeyi bir kenara bıraktığında gözle görülür tek şey bu.

Çok dar bir açıdan bakarsan hayat aslında sadece bu, geriye kalan bu.

Bir isme çok şey sığdıran bir tahta parçası.

Hayatı, kendini, insanları, geleceğini, şimdini, verdiğin anlamları tekrar tekrar gözden geçirmene sebep olan bir tahta parçası.

İnsanların hayatlarının özeti, birer tahta parçası.

Sana göre belki yabancı bir hikâye, tanımadığın kişinin isminin yazdığı bir tahta parçası.

Ve düşün, bir gün kendi yakınlarının ismini üzerinde göreceğin bir tahta parçası.

Ve gözünde canlandır, bir gün kendi isminin de üzerine yazılacağı bir tahta parçası.

Mezarlığa her gidişimizde o sırada ya birileri gömülüyor ya da gömülmüş oluyor; yani her seferinde bir öncekinden daha kalabalıklaşmış oluyor cansız bedenler. 

İnsan kendine ya da yakınına ölümü konduramasa da sanki kendisi ve sevdiği hiç kimse ölmeyecekmiş gibi gelse de gerçek bu: "Her canlı bir gün ölümü tadacak." 

O yüzden ölmeyi beklemeden, geçmişi gömün toprağın altına bir tohum gibi ve bırakın toprak bütün affediciliğiyle filizlendirsin o tohumu bir sürü güzel an'la şimdide.

Doğaya teslim edin kendinizi. Kalbinizi özgür bırakın. 

Gömün toprağa o kocaman egonuzu ve çok bilmişliğinizi kibrinizle beraber ve bırakın toprak onlardan sevgi, huzur, merhamet filizlendirsin tüm şefkatiyle.

Taşımayın yarına sizi strese sokan, üzen, endişelendiren her ne varsa.

Bırakın kibrinizi n'olur.

Affedin kendinizi. Affedin insanları. Sadece affedin.

Sorun kendinize, bu kadar yükü taşımaya değer mi? Hayatı bu kadar zehir etmeye değer mi?

Doğaya teslim edin kendinizi.

Sahile vuran dalgaların sesini dinleyin, cırcır böceklerini ve kuşları da.

İnsanın içini huzurla dolduran ağaçların yeşiline bakın uzun uzun.

Gökyüzüne, bulutlara, yıldızlara, uzayın sonsuzluğuna dalın saatlerce.

Gerçekten değer mi?

Yarın kibrinize maruz kalan birisi o mezarlığı kalabalıklaştıranlardan biri olsa ya da siz mezarlığın yeni üyesi olsanız, gerçekten değmiş olacak mı; yoksa içinizi kocaman bir pişmanlık mı kaplayacak?

Lütfen doğaya teslim edin kendinizi ya da doğadan geriye ne kaldıysa ona.

Bir kediyi izleyin, kendinden emin tavırlarını, hayatının kontrolünü ele alışını izleyin.

Yağmur olun, rüzgar olun, dolu olun, fırtına olun...

Güneş olun, ay olun...

Doğanın ta kendisi olun.

Doğanın ta kendisi...