Sabah gördüm pencereden
Çimenlerin üzerinde bir karga, bir kedi, bir köpek üçgen olacak şekilde
duruyordu hiç hareket etmeden,
Birbirlerinin
gözlerinin içine bakıyorlardı nefes bile almadan.
Karganın
ufak bir kanat çırpışıyla kaçtı köpek.
Kedi
kargaya bakıyordu hem meraklı hem ürkek.
Kim oldu
sonraki kaçan göremedim uzaktan, köpek geldi pencerenin önüne
yavaştan:
"Benim amacım oynamak, yaşadığım andan zevk alıp
mutlu olmak." dedi, "İnsanlar böyle değil, sürekli hesap yapıyorlar.
Yüzlerine gerçekleri söyleyince kendilerine hakaret edilmiş gibi bozuluyorlar,
hâlbuki duydukları şey sadece gerçekler." Anlamayan bir ifadeyle yüzüme
bakıp ekledi: "Gerçekleri duymak hoşlarına gitmiyorsa gerçeklerini
değiştirsinler."
Öğleden sonra önünde kalp olan bir kedi çıktı karşıma; "İlkbahar
gelecek." dedi, "Çünkü şu ana kadar gelmediği hiç görülmedi."
Kediyle vedalaşarak yoluma devam ederken bir kuş selamladı beni, "Her
şey geçer ve değişir." dedi, "Bak dalına konduğum ağaca, yapraklarını
dökmüş ve kupkuru dururken şimdi nasıl da tomurcuklandı." ve ekledi:
"Ağaca bakarak hatırla her şeyin nasıl geçici ve kırılgan olduğunu; çünkü
ağaç yine dökecek yapraklarını."
Kuşla vedalaşmamın ardından bir portakal ağacı çiçeklerinin kokusuyla sarmaladı
beni, "İyice çek beni içine." dedi, "Bütün kâbuslarını,
korkularını, kayıplarını, kalp kırıklıklarını, yorgunluğunu, yalnız
bırakılmanı, yaşatılan tüm kötü anları unuturcasına çek." Ve hatırla ne
demişti Nazım: "Hak haksızlıktan yüce, sevgi nefretten üstün, aydınlık
karanlıktan güçlü..."
Portakal ağacıyla vedalaştıktan sonra çiseleyen yağmurun altında Nazım'ın
sözleriyle yolumda yürümeye devam ettim:
"Yürümek;
yolunda
pusuya yattıklarını,
arkadan
çelme attıklarını
bilerek
yürümek...
Yürümek;
yürekten
gülerekten
yürümek..."
Yürekten
gülerek ve gözlerimde yaşlarla karşılıyorum seni, hoş geliyorsun nisan.
Akşamüstü.
Hava daha
kararmamış.
Portakal çiçeği
kokuları arasında eve doğru gidiyorum uça uça, doğanın öğretmenim olmasına
kendimi açmamın hafifliğiyle.
"Acaba iyi
sanıp kendime ağırlık yaptığım başka neler var?" diye soruyorum kendime
bir yandan.
Kendi kendime
sırıta sırıta yürüyorum.
"Bırakmayı
bilmek lazım." diyorum içimden, "Hiçbir şeye tutunmamak lazım.
Bahanelere,
geçmişe, kişilere, şeylere, olaylara, mekânlara, zamana... Hiçbir
şeye."
Sonra her zamanki
gibi düz yolda yürürken takılıp sendeliyorum; sonunda güle güle, sağ salim eve
varıyorum.
Akşam kedilerim karşılıyor beni evde. Özellikle bir kitabın yanından
dikkatimi çekmek için ayrılmıyorlar. Hemen bakıyorum daha önce okuyup
bitirdiğim kitabın altını çizdiğim yerlerine.
Joe Vitale'nin antik Hawai H'oponopono
öğretisini, eğer bir sorunu çözmek istiyorsak kendi üzerinizde çalışmamız
gerektiğini ve bunun bir affetme, tövbe ve değişim süreci olduğunu anlattığı
Sıfır Limit kitabı. Bu süreç için dönüştürücü dört cümleden bahsediyor:
"Özür dilerim. Beni Affet. Seni Seviyorum. Teşekkür ederim."
Kedilerime bakıp onlar üzerinden dünyadaki bütün canlılara söylermişim gibi
başlıyorum konuşmaya: "Sizi ve kendimi olumsuz etkileyen şeyler yaptıysam
sizden ve kendimden özür dilerim. Beni affedin, kendinizi affedin, ben kendimi
ve sizi affediyorum. Size, kendime, hayata teşekkür ederim, teşekkür etmeyi ne
çok unutuyoruz, nefes alabilmek bile muhteşem bir sebep hâlbuki. Ve sizi
seviyorum, kendimi seviyorum, hayatı her şeyiyle seviyorum."
Kedilerim de mutlu bir şekilde mırlayarak yanıma geliyorlar: "Hatırla
anne, neydi o sevdiğin söz?"
"Öğrenmek ve yapmamak aslında öğrenmemektir.
Bilmek ve yapmamak aslında bilmemektir."
Kucağıma doğru gelirlerken hatırlatıyorlar unuttuklarımı: "Hepimiz
biriz anne, birimiz değişirsek hepimizi etkileriz. Hadi anne, bir kez daha
bırakalım başkalarını, hepimiz için, kendimizi dönüştürelim."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder