Gelecek güzel günleri düşlediğim geçmiş bir zamanda, aslında şimdide, şimdiki geçmiş zamanda, şimdi mi geçmişti zaman?
Herkes ne zaman ölmüştü, ne zaman
kaybolmuştuk, ne zaman yeniden doğup kendini bulmuştu insanlar?
Peki bu hissettiğim duyguyu nasıl
açıklayabilirim, neye dayanarak, neyi kanıt sunarak?
Daha mezarlığa adımımı atar atmaz
bütün vücudumu kaplayan bir his, tarifsiz bir his, hüzün gibi, özlem gibi,
yolunu bulmak gibi, sitem gibi, sanki daha çok kavuşma gibi.
Mezarlıkta onca kişi yatıyor,
ananem, dedem, Mükoş, çocukken dayım sandığım ve dayı diye hitap ettiğim Erol
Amca’m, annemin ataları… Herkes orda.
Sanki nerde kaldın der gibi, seni
çok özledik der gibi, nihayet kavuştuk der gibi, nasıl bütün duygular bir anda
tüm bedenimi sarıp sanki elimle tutabileceğim kadar gerçek bir hale büründü
saniyeler içinde?
Ah Mükoşum, koronadan dolayı
cenazene gelemedim, seni en son gördüğümde karşılıklı sohbet ediyorduk,
mezarlıkta mı olacaktı bir sonraki buluşmamız?
Erol dayı, çocukluğumun hangi
zamanındasın şimdi?
Dede, “Dede deme bana.”, “Dede,
dedeeee!”. Şipşak makinan kitaplığımda duruyor, arada bir dokunuyorum ona belki
bana bir şeyler anlatırsın diye, toprağın altındaki sessizliğin gibi çok sessiz
o da, hiçbir şey anlatmıyor, bir ara kızsan ona, bana anılarınızı anlatsa olmaz
mı?
Ananemmm, ananemmm, bir kelime bir
insanı ancak bu kadar mutlu eder ve içini huzurla doldurur, bak gözlerimi bile
doldurdu görüyor musun? Ananemmmm, meleğim benim. Sana kitaplar dolusu yazılar
yazsam az gelir, o kadar çok özledim seni. Arada bir annemi ve teyzelerimi
rüyalarında ziyaret edip kızar mısın onlara? Bir de beni çok ihmal ediyorsun,
rüyamda bir kere sarılsan yeter, söz sarılınca hemen bırakıcam, tamam, tamam
kabul, belki hemen bırakmam…
Mezarlarınızı sulayıp yıkamak
istemiyordum ki ben hiç. Neden böyle oldu? Hiç doyamadım ki size. Nasıl doyulur
onu da bilmiyorum sevgiye; ama bu mezar sulama işi hiç olmadı. İnsan sevdiğine
kıyamıyorken, cansız bedeni üzerindeki toprağı sulamak çok kalp kırıcı,
anılarımızın devamı böyle olmamalıydı.
Mezarlıkta insana huzur veren bir
şey var, yoksa ağaçların arasından süzülen güneş ışığının verdiği umut mu o? Eh
baksana, bir yerde ölüler var, bir yerde yemyeşil ağaçlarla hayat veren toprak.
Amma da zıtlıklarla çevriliyiz. Mezarınızı sularken ağlamaya başlayıp, sonra
komik anılarla gülmeye başlamam gibi. Zıtlıklar, farklılıklar çok güzel de,
ayrılıklar öyle değil. Erken ayrıldınız, kabul edin.
Ananemmmm inatçı kızını, annemi
bıraktım evine. Annem seni eleştirdiği ne varsa hepsini tek tek yapıyor, ben
senin yerinde olsam onun rüyasına girip ona kahkahalarla gülerdim. Sen gülmekle
de kalmazdın, hiçbir şeyin öneminin olmadığını, onu ne kadar çok sevdiğini, tek
istediğinin kızlarının çok mutlu olması olduğunu söylerdin. Merak etme anane,
emanetin olarak ben gerekli uyarıları yapıyorum ve tahmin edeceğin gibi herkes
kendi bildiğini okuyor.
Kapın istediğin gibi hep açık
kalacak bir süre. Hünnap ağacının altında ne sohbetler edilecek, bahçende ne
güzel çiçekler açacak yine… Ben döndüm; ama aklım ve kalbim orda kaldı, ilk
defa dönmek istemedim, evinde daha çok kalmak istedim, köyünde uzun uzun
yaşamak istedim, yetmedi, neden bu sefer böyle oldu? Seni çok özlediğimden mi?
Bir de eskisi gibi değil hiçbir şey, iyi ki görmediniz aslında, biliyorum,
kahrolurdunuz. Bir tek ben değilim eskiye özlem duyan, gerçi biliyorsunuzdur,
biliyor musunuz?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder