Bir zıplarım.
İki zıplarım.
Üçüncüyü de zıplarım.
Dördüncüyü de.
Pes etmem.
Önümdeki kaya ne
kadar büyükse, ben de o kadar büyük zıplarım- ta ki kayayı geçene dek.
Önümdeki çamur
birikintisi istediği kadar geniş olsun;
Çamura bulansam da
geçene kadar zıplarım.
Geriye dönüp geçtiğim
zorluklara bakar, yanlış da olsalar beni bu noktaya getirdikleri için teşekkür
eder, gururlanırım ve önüme bakarım.
Engeller hiç bitmez;
Ama ben onları engel
olarak görmem;
Kendimi geliştirmek
için yeni bir şans, yeni bir macera, yeni bir keşif olarak görürüm hepsini ve
başkalarının ızdırap çekmesinin aksine ben hepsinden büyük keyif alırım,
Başaramasam da;
Başaramamak gibi bir
durum yok çünkü.
Kayıp yok.
Son yok.
Kayısı ağacı kışla birlikte
kurusa, yoğun karın saldırısına bile uğrasa, baharda güneşten aldığı ışıkla
yeniden açar tomurcuklarını.
Ben de gücümü
içimdeki güneşten alıyorum.
Sonsuz bir ışık bu.
Kayısı ağacına olduğu
gibi üstüme ne kadar kar da yağsa, en sert kış bile yaşansa benim yaşadığım
mevsim hep yazdır, kışım hiç gelmedi ki, bulutlar kaplamadı ki bir kere bile
olsa gökyüzümü.
Kış da güzel, o da
yaşanmalı belki;
Ama benim korkularla ve güvensizliklerle harcayacak kadar çok vaktim yok.
Zaten güneşim sonsuz
benim, ben istesem bile o kışın gelmesine izin vermez.
Bir zıplarım, iki
zıplarım, üçüncüyü de zıplarım.
Dördüncüde kayısı
ağacının en yüksek dalına zıplarım, yukarıdan daha geniş görürüm aşağıyı.
Her ne kadar bir
çekirge olarak küçük bir yapıya sahip olsam da ufkum büyüktür benim.
Kayısı ağacı ve ben,
yukarılardan bir yerden, sıcacık bir güneşin altında; güneşin görkemini izleyip
içimizdeki güneşin sıcaklığıyla kendimize güvenerek bekleriz yeni savaşları ve
yavaş yavaş batan güneşi izleriz huzurla.
Huzurla izleriz ve
rahatlıkla;
Çünkü bizim
içimizdeki güneş hiç batmayacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder