Dünyaya gelirken fizyolojik olarak iki kişiye ihtiyaç duyuyoruz, onların çocuk yapma sürecinde de aile ve toplumun payı var, sonuç olarak çocuk yapma kararı sadece iki kişiye mi ait oluyor? Yani aslında doğarken bile biz sadece iki kişinin değil, onların içindeki bulunduğu yapının da ürünü oluyoruz. O halde aldığımız herhangi bir kararı gerçekten tek başımıza mı verdik? Peki hayatımız, fikirlerimiz, hayallerimiz bize mi ait?
Hayatımızın her aşamasında ne kadar bireysel
olarak hayatımızı kurguladığımızı düşünsek de sonuç itibariyle “sonsuz sayıda
bireyin oluşturduğu sonsuz sayıda bireyden” sadece biri olduğumuzu kabullenmek
pek de kolay olmuyor. En başından beri hepimiz toplumun ürünüyüz ve toplum da
bizim oluşturduğumuz bir yapı.
Bağımsız olarak hareket ettiğimizi sansak da
hepimiz tek tek toplumuz. Toplum mu bireyi yaratır, yoksa bireyler mi toplumu
yaratır sorusuna cevap aramaktansa karşılıklı olarak birey ve toplumun
birbirini dönüştürdüğünü, yarattığını, biçimlendirdiğini görmeliyiz. Bireysel
iradeyi elbette ki yok sayamayız; fakat dünyayı biçimlendirdiğimizi düşünsek de
dünya tarafından da biçimlendirildiğimizi aklımızdan çıkarmamalıyız. Bu yüzden
bir toplumu eleştirirken aslında eleştirdiğimiz toplumu oluşturanın tek tek
bizler olduğumuzu, bizim toplum olduğumuzu, başkalarının da bizler olduğumuzu,
hem kendimizden hem de başkalarından sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız.
Eleştiriyle ilgili dedemin çok sevdiğim bir
sorusu var. Birisinin, bir başkasını eleştirdiğini gördüğünde “Aynayla aran
açık mı?” diye sorardı. Tabii dedem eleştirmeden önce kendine bir dön bak,
eleştirdiğin şeye sen de sahipsin, hiçbirimiz mükemmel değiliz demek istiyor.
Ama ben dedemin bu ayna sorusunda bambaşka bir şey görüyorum. Aslında o aynaya
dikkatle bakarsak, aynadaki görüntümüzün içinde şu ana kadar hayatımıza giren
ya da girmeyen bir sürü kişiyi göreceğiz, içimizdeki kalabalığı göreceğiz.
Okuduğumuz kitabı yazandan, dinlediğimiz müziği yapana, izlediğimiz filmin
senaristinden, ilkokul öğretmenimize, tartıştığımız bir insandan, izlediğimiz
haberlerdeki aktörlere kadar bir sürü kişiyi göreceğiz. Hatta bir adım öteye
taşıyalım, gittiğimiz ülkelerden insanları, haberlerde gördüğümüz diğer
ülkelerdeki toplumsal olayların aktörlerini göreceğiz. Ben de aynı şekilde, bir
başkası aynaya bakarken onu oluşturan kalabalıktan bir parçayım. Sürekli
etkileşim halindeyiz ve bu etkileşim halindeyken eleştirdiğimiz şeyin de bir
parçasıyız, sadece çoğu zaman bunun farkında değiliz.
Farkında olalım ya da olmayalım, hem
yaşadığımız toplum hem dünya bizi her saniye şekillendiriyor; çünkü toplumu da
dünyayı da bizler oluşturuyoruz. Bu yüzden sorun odaklı değil de çözüm odaklı
olmamız çok önemli. Karşımızdaki bir bireyi gördüğümüzde onu tek kişi olarak
görüp eleştirmektense, onu oluşturan kalabalıkla görüp o şekilde yaklaşmak ve
hayatının bir kısmında bir şekilde hayatına dahil olduktan sonra da artık o
bireyi oluşturan kalabalıktan bir parça olduğumuzun farkında olmalıyız. Bu
bilinç ve farkındalıkla hareket edersek son yıllarda herkesin dilinden
düşürmediği “distopik” bir gelecek yerine, sorumluluğu eline almış aktörlerden
oluşan “ütopik” bir gelecek hayali kurmaya ve bu hayali gerçekleştirmeye bir
adım daha yaklaşabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder