Bireyler olarak kalabalığın içinde yaşıyoruz. Bu kalabalıktan nasıl etkilendiğimiz ve bu kalabalığı nasıl etkilediğimiz tıpkı yılanların sevişirken birbirine dolanması gibi iç içe geçmiş durumda.
Bencillikten uzak, dünyaya zarar vermeden ve empati yeteneği
gelişmiş birey olma çabamız, içinde bulunduğumuz topluluk buna hazır değilse
çatışma yaratır. Çatışmalar bu gibi durumlarda dönüştürücü olabilir.
Öğrenmeye, eleştiriye, değişmeye açıksak ve açık fikirliysek
en yakın hissettiğimiz insandan en uzak hissettiğimiz insana kadar herkesten,
her şeyden, her olaydan öğreniriz. Ama herkes bir şeylerin değişmesini isteyip,
bunun için çaba göstermezse ve işe kendini değiştirmekle başlamazsa yavaş yavaş
çürüme başlar. Her zaman duygularımızın, düşüncelerimizin farkında olup
olaylara ve akışa kendini kaptırmadan izlemek zor olsa da en azından bu konuda
güçlü hale gelebiliriz. Pratik yaptıkça, manipüle edilmeye biraz daha karşı
koyabiliriz.
Eşimin annesiyle hafta sonu yaptığımız telefon görüşmesinden
o kadar etkilendim ki… Karşı komşuları öldüğü için komşularının bahçesi uzun
süre bakımsız kalmış, komşularının çocukları önümüzdeki hafta sonu anneleri
öldükten sonra ilk defa evde biraz vakit geçirmek için yola çıkacaklarmış.
Onlar da sanki ev hiç sahipsiz kalmamış, sanki hala anneleri yaşıyormuş ve
hayat orada hiç durmamış gibi hissetmeleri ve daha fazla üzülmemeleri için
bahçeye yiyecek ve çiçek ekmişler, hatta bizim için kopardığı salatalığın bir
kısmını onlara ayırmış taze taze yemeleri için, tıpkı anneleri sağken onlar
için yaptığı gibi. Ne kadar ince ne kadar kalpten bir davranış… Kaldı mı böyle
insanlar diye geçiriyoruz ya çoğu zaman içimizden, evet kaldı, az sayıda da
değil üstelik… Sadece biraz daha cesarete, biraz daha görünür olmaya, biraz
daha güzel şeyleri paylaşmaya ihtiyacımız var, sonunda göreceğimiz şey iyi
kalplilerin sayısının ne kadar çok olduğu olacak.
Toplum dediğimiz ve toplum diye eleştirdiğimiz şey her zaman
bizdik, biz değişmedikçe kimse değişmeyecek.
Her karar, her yol, her seçim bizi biraz daha değiştiriyor.
Tek başıma bu kararı verdiğimi düşünsem de eşimin, annemin, arkadaşlarımın,
yaşadığımın toplumun ve daha aklıma gelmeyen bir sürü kişinin beni
etkilemesiyle başlayacağım sosyoloji yüksek lisans serüveniyle kendime neler
katacağım, yaşadığım topluma ve etrafımdaki insanlara nasıl faydalarım olacak,
nasıl insanlarla tanışacağım ve birbirimizi nasıl etkileyeceğiz, neler
öğreneceğim ve en merak ettiğim şey olan yolun sonunda nasıl birine dönüşeceğim
ve ortaya nasıl bir Funda çıkacağı konusunda çok sabırsız ve heyecanlıyım. Annem,
eşim ve bazı arkadaşlarım her gün belli dozlarla bu heyecana maruz kalıyorlar. Gün
içinde dalgınlaştığımı gören birisi bana sadece “sosyoloji” dediğinde anında
modum yükseliyor ve neşelenmeye başlıyorum.
Herkes için en büyük dileğim sosyolojinin beni
heyecanlandırıp sabah yataktan mutlulukla kalkmama sebep olması gibi bir tutkuya
sahip olmaları.
Yol bizi nereye götürür, yoldakiler bizi nasıl etkiler, biz
yeni yollar mı açarız bilmiyorum; ama hiçbir zaman unutulmaması gereken bir
konu var, bu dünyada ve herhangi bir yolda sadece biz yokuz, başkaları da ve
başka yolcular da var, biz de onları etkiliyoruz. Kendi iç dünyamıza gömülüp
sürekli nasıl etkilendiğimizi düşünmektense, başkalarını nasıl etkileyip nelere
sebep olabileceğimizi hiç unutmamalıyız. Dünya bu kadar bencilliği hak etmiyor.
Dünyalılar bu kadar çeşitliyken sadece kendi iyiliğini ve çıkarını düşünen,
empatiden yoksun, at gözlüğünü atmayan zihniyetleri dünya hak etmiyor.
“Kaldı mı böyle insanlar?” sorusunu bencil insanlar görünce
soracağımız kadar çoğunluk olabiliriz. Biz Dünyalılar bundan daha iyisi
olabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder