25 Mart 2020 Çarşamba

Olsun Varsın


Göz açıp kapanıncaya kadar mı her şey?
Ben sonsuzum.
Kaçırdığımız ve yaşayamadığınız çok şey mi var?
Ben hayatım.
Hayat geçiyor mu gerçekten?
Ben geçiyorum.
Bu bedende yaşadığımız, gördüğümüz ne varsa hepsi bitecek,
Her şey geçecek, en geçmez sandığımız bile,
Hem de göz açıp kapayıncaya kadar.
Dönüp baksana geçmişe, sanki bir anda olmuş gibi değil mi her şey?
Gelecek de hiç gelmeyecek gibi değil mi?
Göz açıp kapayıncaya kadar geçen geçmiş de, bir zamanlar hiç gelmeyecek gibi görünen bir gelecek değil miydi?
Gelecek ne zaman gelip geçti ve bir geçmiş oldu? Şimdi.
Henüz sararan yapraklarını dökmemiş, üzerinde hala kuşların gagaladığı meyveleri kalan ve tomurcuklanmaya başlamış bir ağaç gördün mü?
Bu ağaçta hem geçmiş hem gelecek hem de şimdi var ve tüm bunların hepsi şimdi.
Geçmiş ve gelecek şimdi.
Geçmiş çoktan oldu.
Gelecek de çoktan oldu.
Ve biz bunların hepsini şimdi yaşayıp öğreniyoruz.
Doğayı rehber ederek, doğanın bir parçası olarak, doğanın kendisi olarak,
Bunların hepsini şimdi yaşayıp görüyoruz;
Çünkü başka hiçbir zaman yok, sadece an var.
Şimdini nasıl yaşayacağın sana bağlı, seçtiğin bütün yolların sonunda yaşayacaklarını iyi hesapla.
Korkularının üzerine çık. Endişeyi bir kenara bırak; çünkü ne olacaksa olacak.
Tüm bitkiler, hayvanlar, böcekler ve dünya yuvası olan diğer tüm canlılar gibi hayvanlar, bitkiler, sular, toprak, gökyüzü ile barış ve uyum içinde yaşamayı öğren, dünyayla ahenk içinde ol.
Yaşadığın gezegene ve bu gezegen içindeki her şeye önem ver, onlara bak ve onları koru, sadece kendinin değil başkalarının yaşamlarına da önem ver, kendine ve herkese nazik ol.
Doğada yaşayan diğer dostlarımız gibi ol, biriktirme, ihtiyacın kadarını al.
Gezegenimizin kendini temizlediği bu zamanda sen de zihnini temizle, kalbini temizle, düşüncelerini temizle, kendini ve herkesi affet, zarar vermeden ve incitmeden yaşa.
Korku asla gerçeğin olmasın, umudun verdiği güçle koşulsuz sevgini yay dünyaya, yaydığın enerjiyle temizle bütün kötülükleri. Eylemlerinle yeşert yeniden, solan umutlarını insanların.
Bak yapraklara, hangisi isyanda "Hayır sen dökülemezsin, hayır ben sararmamalıyım, hayır o kızarmamalıydı." diye? 
Hepsi "biliyor". Hepsi farkında. Hepsi teslim. Hepsi akışta. 
Oluyor. Olan hep oluyor. Olmaya da devam edecek. 
Son yok. Ben yok. Sen yok. Son varsa, ben ve sen varsa, ego var; ama yok. 
Sonsuzluk var. Devamlılık var. Dram yok, huzur var. 
“Ben” varsa sıkıntı var, at gözlüğü var, daha geniş bir perspektif ve baktığın daha büyük bir pencere yok. Dram var; ama yok. Sonsuzluk var. Devamlılık var. 
Oluyor. Hep oluyor. 
Olsun varsın.

19 Mart 2020 Perşembe

Sor Ona

Kanatları olup da özgürce uçamayan, huzursuz ve mutsuz bir şekilde kafesinden çıkış yolu arayan kekliğe sorsan şimdi cehennem var mı diye, sana ne cevap verir?
Endonezya’da yüzlerce yarasayı toplayıp yakan insanların elinden kaçmayı başarmış bir yarasaya sorsan şimdi, eğer cehennem varsa şeytan kimdir diye, ne cevap verir sana?
Ben söyleyeyim ne diyeceğini:Cehennem var, cehennem Dünya, şeytan da insan.”
"Cehennem boş, bütün şeytanlar burada." diyen William Shakespeare bunu boşuna söylemiş olamaz değil mi?
Dünya sadece bize ait değil, diğer tüm hayvan dostlarımız da Dünyalı.
Bütün o manevi inançlarımıza rağmen ne meraklıyız dünyevi olan ne varsa.
Bu nasıl bir üstünlük kompleksi ki kendimizi her şeyin sahibi ve bütün canlıların üstünde görüyoruz?
Bu yaşananlar insanın doğayla savaşmasının ve doğaya zarar vermesinin sonucu.
Hayvansal protein tükettikçe hastalık riski yükseliyor ve iklim krizinin en önemli sebeplerinden biri haline geliyor.
Bu krizin tek sebebi ekolojik kriz.
Gelecek veganlıkta ve doğaya savaş açmak yerine onun kurallarıyla, onunla uyumla şekilde yaşamakta.
Bunu öyle ya da böyle bütün insanlar kabul edecek, yoksa görüyorsunuz ki doğa kendi işini hallediyor.
Sorsan herkes inançlı, herkes tam teslimiyet içinde, market rafları ve maske satıcıları aksini gösterse de.
O kadar inançlı ki bir çölyak hastasının ihtiyacı olan glutensiz unu evinde stoklamış.
O kadar teslimiyet içinde ki, bir kanser hastasının ihtiyacı olan maskeyi sağlıklı olmasına rağmen evinde stoklamış.
“Herkes bana bir şey olmaz.” diyor, “Allah korur beni, Allah’ın evine virüs bulaşmaz.”
Peki ölürsen ne olacak, Allah’ın takdiri mi?
Bu nasıl bir ikilem?
Pandemi ilan edilen bir dönemde ucuzluk var diye nasıl koşa koşa mağazaya gidersin?
Hani dünya malı dünyada kalıyordu?
Her şeyi bir kenara bırakın, hayatınız bu kadar ucuz mu sizin, kendinize verdiğiniz değer bu mu?
Canınızdan daha önemli hangi eşya olabilir?
Kendi adınıza bir korkunuz olmasa bile, başkasına sebep olmaktan da mı korkmuyorsunuz?
Cehalet, cahil özgüveni ve doğaya bu kadar zarar vererek göreceğiniz tek şey ölümler olur maalesef.
Zaman çok hızlı ilerliyor diyorduk, sanki zaman yavaşlamaya başladı, fark ettiniz mi?
Mesela öğrenci yurduna ahır benzetmesi yapılınca benim için zaman resmen dondu, ben de dondum.
Bazı ülkelerin kronik hastaları ve yaşlıları gözden çıkarması veya gözden çıkarmak zorunda kalmasıyla ilgili haberleri okuyunca yine donduk zamanla beraber.
Hala insanların ev gezmelerine gittiğini, ibadetlerini ibadethanelerde yaptıklarını, karantinadan kaçmaya ve kaçırılmaya çalışan insanları görünce de donuyor her şey; çünkü dünya bu haldeyken bunu yapmak intihar ve cinayet girişimiyle eşdeğer geliyor bana.
İnsanların evlerine yaptıkları stokları çekip paylaştığı görüntüleri izlerken hele zaman da donuyor, ben de donuyorum; ama bir tek hissettiğim utanç donmuyor, çığ gibi büyüyor.
Dikkat edin o stokladıklarınızı yerken obez olmayın, kilo da bir sürü sağlık sorununa sebep oluyor sonuçta.
Ne kadar çabuk değişiyor her şey, geçen hafta neler konuşuyorduk hatırlayan var mı?
Ne olacaksa olacak, hiçbirimiz doğa karşısında güçlü değiliz.
Şu anda ilk yapmamız gereken kendimiz, sevdiklerimiz ve insanların geri kalanı için dışarıya çıkmayı en aza indirip, virüsten korunmak için uzmanların dediği ne varsa yapmak.
Kimse bizden büyük büyük dedelerimiz ya da ninelerimiz gibi cepheye çıkıp savaşmamızı ve ölmemizi beklemiyor, tek istenilen evden dışarı çıkmamamız.
Yeni bir başlangıç yapalım kalan ömrümüz için; doğayı yok etmeyi, doğayla savaşmayı, hayvan cinayetlerini ve hayvan sömürüsünü bırakalım artık.
Zihnimizdeki bütün kaotik düşünceleri baharla beraber gömelim toprağa, toprak affedicidir, bize papatya olarak geri verir endişemizi.
Doğa hızla tamir eder kendisini ve eğer istersen kendini ısrarla doğanın bir parçası olarak görmemene rağmen seni de iyileştirir.
Bak, insanların yokluğunda ne güzel iyileştirdi kendini Venedik’te, su berraklaştı, balıklar geri döndü, kuğular yüzüyor o berrak suda şimdi.
Belki de doğa dünyayı bir virüsten temizlemeye çalışıyordur, insandan, ne dersin?
Küresel ve yerelde ne yaşarsak yaşayalım, bütün bu olayların verdiği mesajı ben kendimce şöyle yorumladım:
Korkunun yerine sevgiyi,
Nefretin yerine şefkati,
Öfkenin yerine merhameti,
Baskının yerine özgür bırakmayı,
Utandırmanın yerine yardım etmeyi,
Küçümsemenin yerine anlamayı,
Yargılamanın yerine saygı duymayı,
Bencilliğin yerine paylaşımı,
Kıskançlığın yerine mutluluğu,
Açgözlülüğün yerine bölüşmeyi,
Benim yerime kendini koy.
En kısa sürede yeniden sarılabilmek dileğiyle…

10 Mart 2020 Salı

Kadınlar Dünü

Mutlu olmanın, değer görmenin, sevilmenin, saygı duyulmanın, özenli davranılmanın ne olduğunu hiç bilmemiş…
Sevgiyle ve aşkla gözünün içine bakılmamış, merhametli davranılmamış, şefkatle dokunulmamış ve hiç özel hissettirilmemiş…
İnsan yerine konulmamış...
Bağırmadan konuşulmamış...
Güzel sözler yerine küfürler işitmiş kulakları...
Duyguları ve düşünceleri yokmuşçasına; bir mal, bir eşya kadar bile değer görmemiş…
Tecavüz edilmiş, dayak yemiş, hakarete uğramış, küfür edilmiş ve kendi değeri unutturulmuş…
Huzuru, sevgiyi, saygıyı, nasıl mutlu olacağını unutmuş… 
Baskı, sömürü, mobbing, taciz, güvencesiz çalışma dışında iş hayatı görmemiş…
Kendi kararlarını alamamış, istediğini giyememiş, istediği zaman istediği yere gidememiş, okuyamamış...
Söz söyleme hakkı olmamış, fikrininse hiç önemi olmamış; sadece seks için yaratıldığı düşünülen bir eşya gibi, şişme bebeğin üst modeli…
  
Özgür, okumuş, mutlu, huzurlu, hayatını istediği gibi yönlendiriyor. 
Geleceğini istediği gibi planlıyor. 
Eşini kendi seçiyor. 
Ne yapması gerektiğini, sorumluluklarını biliyor.
İstediğini giyiyor, istediği saatte sokakta dolaşıyor, kimseye hesap vermeden istediği yere gidiyor.
İstediği konuda konuşup, fikrini söylüyor...
Kendine saygı duyuyor, kendine değer veriyor, kendine güveniyor, erkeklere güveniyor, insanlara güveniyor. 
Çalışıyor, üretime katılıyor. 
Destekleniyor, destekliyor. 
Haklarını savunuyor. 
Özgürlüğünü kimseye teslim etmiyor. 
Kendini sürekli geliştiriyor, okumaya hiç ara vermiyor. 
İşçi olur, memur olur, işveren olur, patron olur, istediği her şey olur; çünkü ne sokakta ne de işyerinde mobbinge maruz kalmıyor.

Toplumumuzda bu örneklerin hangisine daha çok rastlıyoruz? Siz bu iki örnekten hangisine uyan bir kadınsınız? Siz bu iki örnekten hangisine uyan kadınların oluşumuna katkıda bulunan bir erkeksiniz? Ve bu soruları cevaplarken şunu unutmayın, kadın olmak her bedende zor. Hangi türün kadını olursanız olun gördüğünüz hep sömürü, tecavüz, şiddet ve zulüm oluyor. 

“Kadın kadının düşmanıdır.” tabusunu yıkarak, kadınların örgütlenmesiyle, dayanışmasıyla ve birbirine verdiği destekle patriarka son bulacak! Önce kadının kendine, kadınların birbirine inanması gerek. 

Ben kendime inanıyorum. Ben bir araya gelince yapabileceklerimizin gücüne inanıyorum. Peki sen neye inanıyorsun?

3 Mart 2020 Salı

Aşırılıklar Çağı

Bütün dünyanın acısını içinde hisseden, empati kuran, dünyadaki hiçbir şeyin garanti olmadığının bilincinde olan, duyarlı, her şeyi düşünen, her şeyin farkında olan, her şeyi takip eden bir avuç insan ve yaşadığı toplumda ve dünyada olup bitenden habersiz, olanlardan haberi olsa bile ucu kendine dokunmadıkça hiçbir şey umurunda olmadan yaşayan bir sürü bencil insan…

Aylan bebeğin kıyıya vuran cesedini görünce içi parçalanan insanlık ve iki sınır arasındaki hiçbir yere ait olmayan o boşlukta olan bitenden haberi olmadan yaşama tutunmaya çalışan ve gecenin bir vakti soğukta aç kalan, üşüyen, hayat mücadelesi veren nice Aylan bebekler… 

Alabora olan botlarda yaşamını yitiren küçücük çocuklar, sınırı geçmeye çalışan “İNSAN”ları küfürle ve silahlarla karşılayanlar ve maalesef ülkemizde bazı şehirlerde de halk tarafından linçe maruz kalan ve “taş atmayın, biz zaten savaştan yorulduk.” diyen hiçbir yere sığdırılamamış mülteciler…

Bir yanda insanlığından utanan, vicdanları yüreklerini yakan, çözüm üretmeye çalışan ve elinden geldiğince maddi ve manevi anlamda paylaşımcı olan hassas insanlar, diğer yanda yaptığı insan kaçakçılığını gururla ve bütün ayrıntılarına kadar hiç çekinmeden basına anlatan ve insanların çaresizlikleri üzerinden para kazanan insanlar…

Bir yanda evladını, kardeşini, eşini, ağabeyini, yeğenini kaybettiği için canı yanan kadınlar; bir yanda sosyal medyada savaş çığırtkanlığı yapan, içine o ateş hiç düşmemiş, savaşı bilgisayar oyunu sanan empati yoksunu kadınlar; bir yanda da en ağırı, televizyonda Rus kadınlar üzerinden bütün kadınlara yapılan hakaret…

Bir yanda artık mutlu şeyler konuşup yaşamak isteyen insanlar, diğer yanda yaşama hevesini, neşeyi, huzuru hiç düşünmeden öldürmeye çalışanlar...

Bir yanda din, dil, ırk, statü, para, cinsiyet ayrımı yapmadan herkesi korumanın yollarını düşünen ve her can için mutlu bir hayat üzerine kafa yoran insanlar, bir yanda da sosyal medyada kendi görüşüne uymuyor diye düşünceleri yüzünden başkalarını ihbar eden insanlar…

Bir yanda çöp bidonlarından yemeğini çıkarmaya çalışanlar, açlıktan ve yoksulluktan intihar edenler; diğer yanda biriktiren, paylaşmayan, har vurup harman savuran ve hiç doymayan insanlar…
Bir yanda 26 Şubat’taki depremde karısı ölmesin diye ona siper olup ölen eş, bir yanda boşanmak istiyor diye karısını öldüren erkek…

Eric Hobsbawm’ın bahsettiği “aşırılıklar çağı”nda yaşıyor gibiyiz. Ortasını bir türlü bulamıyoruz. Dengeyi bir türlü sağlayamıyoruz. Olayların hep masumların ve yoksulların başına gelişini izlerken, bazen aldığımız nefesin bile farkında olmadan geçiyor zaman, ister istemez çok kaptırıyoruz.

Yeterince kötü şey yaşandı. Bir an önce kendimize gelip, şu ana kadar yaptığımız ve bundan sonra yapacağımız seçimleri iyice düşünmemiz gerekiyor. Hayatımız yaptığımız seçimlere göre şekillenecek.

Mart yeniden geldi. Bundan sonraki martları huzurla, mutlulukla, umutla, korkusuzca, kaygısızca ve sağ olarak karşılayabilmek bizim hakkımız. Lütfen her düşüncenizin farkında olun. Etrafa yaydığınız enerjiyi kontrol edin. Seçimlerinizi yaparken her şeye geniş açıdan bakarak ve sadece kendi çıkarınızı düşünmeden yapın.

Umudu, sevgiyi, olumlu düşünmeyi, paylaşmayı, sarılmayı, mutluluğu, barışı, huzuru yeniden ve hep beraber yayalım.

Karanlığın kazanmasına “BİR”likte engel olalım.

Karanlığa inat, birbirimize iyice sarılıp gücümüzün farkına varalım.

Karanlığa inat, ışığımızı hiç olmadığı kadar parlatalım.