19 Kasım 2020 Perşembe

Koronada Yedinci Gün

 Merhaba korona!

Senden sonra dünya değişecek demişlerdi, haklı çıktılar, her şey daha da kötüye gitti.

Bütün bu krizler ve ölümler boşuna olmayacak diye umut ettim; ama görüyorum ki boşuna.

Bir süredir benimlesin, karantinada yedinci günüm, merak edenler için detaylı bilgi vereyim:

Halsizlik, vücut ağrısı, baş ağrısı, sırt ağrısı, göğüs kafesimde baskı, ateş, ateşli olma hissi, göz yanması ve göz ağrısı, boğaz kuruluğu, burun tıkanıklık hissi, yorgunluk, ilk günlerde rahat nefes alamama, göğüs kafesimde ağrı, ilk günlerde az öksürük ve iştahsızlıkla misafir oluyorsun bedenimde. Tat ve koku kaybı, o nefes kesen öksürük dışında neredeyse bütün belirtilerinde benimlesin. Halsizlik ve vücut ağrısı bedenimi terk etmedi, iki gün önce ilaçlarım bitti. Her gün C ve D vitamini alıyorum. Turunçgiller, soğan, turşu, şalgam suyu, bol su, bitki çayı ve soda limonu her gün tüketiyorum. Yastık ve nevresimleri iki günde bir değiştiriyoruz. Her gün bulunduğum ortamı iki kere on beşer dakika havalandırıyorum, ben de biraz balkonda oturuyorum bu sürede. Şu halsizlik bir geçse, bir ayaklansam neler yapacağımı hayal ediyorum.

Bir yandan da insanların moralimi bozmamasına çabalıyorum. “Sakınan göze çöp batar.” “Sen gördüğüm en dikkat eden kişiydin, sen bile korona olduysan demek ki hiçbir şey işe yaramıyor.” İnsanlardan bunları duyarken içimde kabaran hisleri sana tarif edemem. Tek benim dikkat etmem yetmedi! Herkes dikkat etmeliydi! Bu sadece benim mücadelem değil, hepimizin mücadelesi! Anlamak bu kadar mı zor? “Nasılsa hepimiz bu hastalığı yaşayacağız, herkes korona olacak.” Hele bunu duyunca… Böyle düşünenlerin koronaya yakalanması lazım, bizim yaşadıklarımızı yaşamaları lazım, basit sanıyorlar, şaka sanıyorlar. Maske takmayanlar, maske takan insanları taciz ediyor resmen. Ben yaşadım! Yanımdan geçerken öksürenler, benim yanıma gelince maskesini indirenler, yanıma gelince maskesini indirip birine yüksek sesle seslenenler… Her türlü tacize maruz kaldım ve sonunda korona oldum! İkinci kere yakalanmayacağımın da garantisi yok, ki ikinci kere hastalananların daha ağır atlattığını okuyoruz her yerde. Can güvenliğim yokmuş gibi hissediyorum.

Görüyorsun ya korona, kontrolümüzde olmayan şeyler ve kontrol dışı gelişen bazı olaylar bazen bu kadar acıtabiliyor. İnsanlar dürüst insanları sevmiyorlar, kendi ikiyüzlü dünyalarında. Sonra kendi çıkarları için en ufak bir dürüstlüğe ihtiyaç duyduklarında, sahteliklerde gerçeklik aramaya başlıyorlar. Halbuki ben haykırmak istiyorum “Yaşadığımız her bir saniyenin el ele, sırt sırta, omuz omuza ve tüm kalbimizle hakkını vereceğiz!!” diyerek; ama biliyorum ki yine yalnız kalacağım, ta ki birinin çıkarı için faydalı olana dek.

 

Merhaba Dünya!

Sarsıyorsun, sallıyorsun bizi, uyuyanlarımızı da uyandırmak için.

Benimle uyum sağlayın, beni yok etmeyin, benimle savaşmayın diyorsun.

Ama aslında kimsenin umrunda değilsin.

Üzülme, ben bunu çoğu zaman insanlara da söylüyorum: “Kimsenin umrunda değilsin, sen kendini düşünmezsen eğer kimse seni düşünmeyecek. Birinin bir şey yapmasını bekleme; çünkü kimse senin için bir şey yapmayacak.”

Ama Dünya, umudu da bize sen öğretmedin mi? Kupkuru dalları yeniden çiçek açtırıp, o dallardan meyve yedirmedin mi bizlere?

Deneyelim mi bir kere daha o umudun hatırına rica etmeyi: Doğayı yok etme artık insan. Dünya senin evin.

 

Merhaba kendini siyasetin içinde gören herkes! Size de söylemek istediklerim var:

Görmek istediğimiz tek zirve herkesin mutlu, huzurlu, sağlıklı, güvenli, refah içinde, borçsuz, umudunu kaybetmemiş, intiharın olmadığı, kadınların ve çocukların her zaman güvende olduğu, hayvanların kendi ecelleriyle öldüğü, bilim ve teknolojide ilerlemiş, teoride değil pratikte herkesin düşüncelerini korkmadan söyleyebildiği ve bunun için cezalandırılmadığı, işsizliğin olmadığı, öğrencilerin nasıl yemek yiyeceklerini değil topluma ve dünyaya nasıl katkıda bulunacaklarını düşündüğü, sağlam binalarda yaşayıp yuvalarımızda huzurlu uyuduğumuz, 20'li yaşlardaki gençlerimizin o yaşta ölmeyip yaşlılıklarında da dünyayı gezebildiği, kimsenin düşünceleri yüzünden birbirini dışlamadığı, sadece birkaç kişinin ya da kendimizin değil herkesin hayrını düşündüğümüz, kardeşçe yaşadığımız özgür bir toplumdur.

Lütfen biraz da bizi düşünün.

13 Kasım 2020 Cuma

Sosyologlar Günü

Sosyologlar günümüz kutlu olsun!

Toplumda bu kadar ihtiyaç duyulup da bir o kadar değeri bilinmeyen biz sosyologların, atama sayılarında rekora koştuğumuz ve kıymetimizin daha çok bilindiği günlere...

Not: Sorbonne Üniversitesi'nde Sosyoloji Fakültesi'nin temelini oluşturan Rus Okulu'nun 14 Kasım 1901'de açılması nedeni ile 14 Kasım, dünya genelinde, Sosyologlar Günü olarak kutlanmaktadır.

2. Not: Bir sosyolog olarak bulunduğum ortamdaki problemi tanımlayıp, gözlem yapıp, gelmekte olanı görüp, insan gruplarının çıkmazlarını teşhis edip, strateji belirleyip, gerekli önlemleri almama rağmen kendimi koronadan, daha doğrusu insan gruplarından koruyamadım. Covid 19'dan sonra insanlık değişecek deniyordu ilk başlarda; sanırım duyarsızlık, sorumsuzluk, bencillik değişmeyecek özelliklerimiz arasında kendini çoktan gösterdi.



12 Kasım 2020 Perşembe

Göz Göre Göre Geldi Korona

 10.11.2020:

-Normalde halsizlik şikayeti olan biriyim. Şu anda hissettiğim halsizliği tarif edemem. Kendimi zorlayarak işe gidiyorum.

-Hiç yakınan biri değilimdir, yanımdaki arkadaşıma tüm gün ne kadar halsiz olduğumla ilgili yakındım.

-Başka bir arkadaşımla karşılaştık, bana gözlerimin ve özellikle bir gözümün şiş olduğunu söyledi, arpacık mı acaba diye inceledi.

-İyi hissetmiyorum, ne acayip bir halsizlik bu. Yoksa…? Yok canım, ben ilk günden beri dikkat ediyorum, o değildir. Gerçi tek benim dikkat etmem yetmiyor ki!

11.11.2020:

-Halsizlik devam ediyor. Karın ağrım, gaz, şişkinlik yok; ancak ishal de başladı.

-Rapor veya izin almayı düşünüyorum, yanımda oturan arkadaşıma mesaj attım iyi hissetmediğime dair; ama yine de kendimi zorlayarak işe gidiyorum.

-Sabah, işyerinde aramızda 1.5 metre bile olmayan bir arkadaşımızın testinin pozitif çıktığını öğrendik. Onun yanında oturan temaslı iki kişi olarak Atatürk Devlet Hastanesi’ne test yaptırmaya gittik, arkadaşımın eşi gelip götürdü bizi, gelmişken o da test yaptıracak her ihtimale karşı.

-Tahmin ettiğimizin aksine hiç kalabalık değil, sadece biz varız. İçimiz rahatladı; çünkü eğer bir gün korona olursak ve test yaptırmamız gerekirse, hastalığımız olsa veya olmasa bile sırada beklerken kapma endişemiz vardı.

-Biraz ağladım, korona olma ihtimalimden dolayı değil, o kadar dikkat etmeme rağmen bizim kadar düşünceli ve bu konuda hassasiyet göstermeyen insanlardan kapma ihtimalimize karşı, çoğunuz biliyorsunuz, bu konuda çok da mücadele ettim. En başta, istifa hakları bile ellerinden alınan, her anlamda çok yorgun doktorlarımız için ettim bu mücadeleyi. Arkadaşım sakinleştirdi. Söylediği şey beni çok etkiledi, çok duygulandım: “Çıkarken ikimizi de yetimhaneden çıkan ve birbirinden başka kimsesi olmadığı için birbirine sımsıkı sarılmış iki yetim gibi hissettim.” Biz hayatımız boyunca birbirimizin yanında olucaz zaten benim canım arkadaşım, kendini hep iyi hisset. Bazı şeyleri burda yazamayacağım; ancak kibriniz ve egonuz gözlerinizi karartmadan önce, lütfen insanlara ne hissettirdiğinizin ve onlarda nasıl etkiler bırakabileceğinizin farkında olun.

-Arkadaşımla birbirimize şaşkın şaşkın bakıyoruz. Nasıl olabileceğini anlamaya çalışıyoruz, benden kapmadıklarına emin olduk, hayatım sadece ev ve iş.

-Arkadaşım emzirdiği için ona ayrı yerde test yapılacak ve onun için başka ilaçlar düşünülecek. Eşiyle ben hastanede ilk görüştüğümüz yere geri döndük, bize orda test yapılacak.

-İçime bir his doğuyor dünden beri. Acaba…? Bu sefer dünkü kadar kolay reddedemiyorum bu ihtimali, içime doğuyor, hissediyorum.

-İnsanlar “ışık hızından daha hızlı bir şekilde olanları öğrenip” aramaya ve mesaj çekmeye başladı, test sonucundan muhakkak haberdar et bizi diyorlar.

-Hepimizin testi yapıldı, taksi veya toplu taşımaya binmekten yine diğer insanları düşündüğüm için kaçınıyorum, eşim beni almaya geldi, şimdi beni eve bırakacak.

-Evdeyim. Şaşkınım. Yaşananları sindirmeye çalışıyorum. GÖZ GÖRE GÖRE hasta oldum! Kendimi sinirli, haksızlığa uğramış ve mağdur edilmiş hissediyorum! İki kedimle biraz oynadım. Arkadaşım da evine gitmiş, bana mesaj attı: “Sakınan göze çöp battı.” Sinirlendim. Sakınan göze çöp batmadı! Bu yapmaları gereken şeyleri yapmayan cahil, bencil, egoist, sorumsuz, düşüncesiz insanların uydurduğu bir kılıf! Ona cevap yazdım büyük harflerle: “HAYIR! BİZ BENCİL VE SORUMSUZ İNSANLAR YÜZÜNDEN MAĞDUR OLDUK! SAKINAN GÖZE ÇÖP BATMADI! BİZ YAPILMASI GEREKEN HER KONUDA, KONU NE OLURSA OLSUN, SAKINMAYA DEVAM EDECEĞİZ!”

-Arkadaşım yazdı yine, test sonuçlarımız ne zaman çıkacak diye merak ediyor, nasıl etmesin, emziren genç bir anne o. Bebeği etkilenecek mi, bebeğini emzirmeyi bırakmak zorunda mı kalacak? Neyse bir daha bakayım E-Nabız uygulamasına dedim, saat 19.25’te gördüm, pozitifim! Hayatımın genelinde her zaman, her konuda pozitif olmaya çabalayan ve genelde bunu başaran biri olarak, ilk defa olmak istemediğim bir konuda, pozitifim!

-Hemen annemi aradım: “Anne, sana bir şey söyleyeceğim, hemen endişelenme lütfen, hemen tepki verme, sakin ol, testim sonuçlandı, pozitifim…” Annem 65 yaş üstü, engelli, kronik hastalığı var. Pazar günü arabanın camlarını açıp, çift kat maske takıp, babamın mezarına götürmüştük onu…

-Hemen arkadaşımı aradım, testimin sonucu söyledim, endişeyle eşine bakmasını söyledi, eşininki negatif. Kapattı telefonu kendisinin sonucuna bakmak için. Geri aradı, “Eşim negatif dedi.” yeniden. “Benimkine bakıyor şimdi eşim” dedi. “Nasıl yani? Nasıl? Gerçekten mi? Benimki de mi pozitif???!!!!!! Funda benimki de pozitif, benim bebeğim var, annem var…” Ve tüm gece bana farkında olmadan “Eşimin testi negatif.” dedi, zaten ben de ona “Biliyorum, daha önce de söyledin.” demeyi bıraktım.

-Arkadaşımın benzetmesinden az önce bahsettim, yetimhanedeki öksüz çocuklara benzetmişti bizi. Yıllardır o kadar öyle hissettiriliyorum ki… Pozitif haberimi duyan herkes aramaya ve mesaj atmaya başladı. N’oluyor? Telefonum kilitlenecek nerdeyse. Ben hangi ara bu kadar güzel insanı biriktirdim böyle? Alışkın değilim ben bu kadar aranmaya eyvallahı olmayan, dürüstlüğünden dolayı sevilmeyen ve tehdit olarak görülen; ama bir tanıdılar mı da kolay kolay bırakılmayan biri olarak, tanıdıkça daha çok sevilenlerdenim.

- 312 kodlu bir yerden arıyorlar, saat 20.58. Hemen açtım. Bir doktor hanım aradı, bu akşam evimize ziyarete geleceğini belirtti. Aklıma hemen yakın temasta bulunduğum arkadaşlarım geldi, onları aradım, korkmamaları gerektiğini ve böyle bir durum olduğunu söyledim, isimlerini temaslı olarak söyleyeceğimi bildirdim hepsine.

-22.15 gibi evimize doktor hanım ziyarete geldi. Ben diğer kronik rahatsızlıklarımı, kullandığım ilaçları, şu ana kadar geçirdiğim operasyonları, temaslılarımı söyledim. Evimizde çift kat maske takıp, eşimle ayrı yerlerde vakit geçirmemizi tembihledi. Eşim de kendisine eve gelip test yapılıp yapılmayacağını sordu, sağlık çalışanımız yoğunluktan dolayı düşük bir ihtimal olduğunu belirtti; ama muhtardan izin alıp hastaneye test için gidebileceğini söyledi; çünkü eşim de karantinada artık benim yüzümden. İşyerindeki arkadaşlarının huzursuzlukla beklememesi için eşim de muhtardan izin alıp yarın test yaptırmaya karar verdi.

-23:39’da bir kere daha çaldı telefon, yine sağlıkçılarımız arıyor. “Kusura bakmayın, rahatsız ettik bu saatte, pozitif çıktı test sonucunuz, biliyorsunuz değil mi?” diye soruyor korkutmamaya çalışarak. “Ne rahatsızlığı hanımefendi.” dedim, “Siz bu saatte bizler için hala çalışıyorsunuz, iyi çalışmalar diliyorum.” diyerek kapattım telefonu. Yarın benimle yeniden iletişime geçileceğini haber vermek için aramış ve aklımda olan sorular varsa hepsini sorabileceğimi söylemek için.

-Saat 00.00’ı geçti, tanıyanlar bilir, hiç bu saate kalmam, hemen uyurum. İshalim devam ediyor. Ateşim bir yükseliyor, bir iniyor. Çok halsizim. Neyse şimdi hemen uyurum.

12.11.2020

-Her sabah en geç 05.00’te kalkmış olurum bir sabah insanı olarak. Saat 06.10. Yataktan kalkmak istemiyorum, çok halsizim. Gece öksürük başladı, şiddetli değil ama. Burnum tıkalı değil; ama bana hissettirdiği tıkalıymış gibi, hatta çoğu zaman ağzımdan nefes alıyorum. Boğazım şiş değil, tarif edemediğim değişik bir his var sadece boğazımda. Ankara’dan üniversite yıllarımdan çok sevdiğim ve hala uzaktan da olsa görüştüğüm bir arkadaşım bana geçmiş olsun yazdı şimdi, biraz onunla yazıştık, ne iyi geldi.

-Neyse kendimi zorlayacağım yine, hadi bakalım, yüzümü yıkadım mı kalmaz bir şeyim. Hiç iştahım yok; ama kahvaltı yapmak için kendimi zorlamam lazım, bir sürü ilaç yutmam zorundayım çünkü!

-Kendime bir kahve yapıp, dün sosyal medyadan bana mesaj yazan zarif insanlara cevap yazmaya başlayayım yavaş yavaş…

-Antalya’dan arkadaşım yazmış: “Senin gibi dikkat eden ve kurallara uyan biri bile kapabiliyorsa bu virüsü, herkes kapabilir. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.” Ben de ona cevap yazdım şimdi: “HAYIR, YANLIŞ CEVAP, benim gibi dikkat eden biri kapmadı, ben o dikkat etmeyenlerle mücadele ede ede mücadelemde başarısız olup onlar yüzünden kaptım! Tek kişinin dikkat etmesiyle olacak iş değil bu.”

-Amerika’dan arkadaşım yazmış: “Pandemiden paylaşımlarınla ne kadar dikkatli olduğunu bildiğim için koronanın seni yakalayabilmesine gerçekten çok şaşırdım.” İyi de Ali’cim tek benim dikkat etmemle ve hassasiyet göstermemle olmuyor ki, keşke sadece benim maske takmamla ve sosyal mesafeye dikkat etmemle olsaydı, şimdi anladın mı neden böylesine mücadele ettiğimi?

LÜTFEN, SORUMSUZ VE BENCİL DAVRANMAYI BİR KENARA BIRAKIN, HER AN MASKE TAKIN, ARAMIZDA POTANSİYEL KATİLLER OLARAK DOLAŞMAYIN! MASKE TAKMAYAN KİŞİLERİN, MASKE TAKMADIĞI İÇİN KENDİLERİNİ ŞİKAYET ETME İHTİMALİ OLAN KİŞİYİ ŞİKAYET ETME HAKSIZ CESARETİNE SAHİP OLMAYIN! YANLIŞ OLAN SİZSİNİZ! MASKE TAKMAYANLAR, SOSYAL MESAFEYE DİKKAT ETMEYENLER YANLIŞ VE HAKSIZ, BUNUN MÜCADELESİNİ VERENLER DEĞİL !

6 Kasım 2020 Cuma

Ölürken Bile Eşit Değiliz

 

Sözleri Edip Harabi’ye ait olan “Ey zahit şaraba eyle ihtiram” türküsünün şu dörtlüğünde kayboluyorum:

“Kandil geceleri kandil oluruz
Kandilin içinde fitil oluruz
Hakkı göstermeye delil oluruz
Fakat kör olanlar görmez bu hali”

Bizim gibi empati yeteneği çok güçlü olanlar için kandil geceleri kandil olmak, kandil içinde fitil olmak, borçları yüzünden intihar eden gencin ölümünden sonra ailesinin acısını hissetmek, koronadan dolayı ailesiyle aylardır görüşemeyen ve istifa dahi edemeyen doktoru anlayarak kendimize o doktorlar için de dikkat etmek, pandemiden dolayı işsiz kalan ve kimsenin sahip çıkmadığı babanın yerine kendimizi koymak, 307 gündür kendisinden haber alınamayan Gülistan Doku’nun ailesinin çığlıklarını duymak, madencilerimizin seslerini duyurmak için yaptığı yürüyüşü bırakıp hiç düşünmeden enkaza gitmelerini anlamak, depremde tavşanından kuşuna bütün canları kurtarmaya çalışan kahramanların vicdanlarının sesini duymak, maddi durumları olmadığı için daha güvenli evlere taşınamayan ve ölmek de istemeyen insanların çaresizliğini ve daha nice halleri anlamak zor değil.

Bizim için zor olan, bu halleri görmeyen kör olanları anlamak!

Depreme dayanıksız evleri satıp insanlara orayı mezar yapanları ve bu yapıları onaylayanları sadece deprem olunca hatırlamak, madencilerin çalışma koşullarını madende göçük olunca konuşmak, Balıkesir’in Bigadiç ilçesindeki yıldırım çarpması sonucu üç kadın tarım işçisinin ölmesinden sonra kayıt dışı işçileri ve sigortalarının olmamasını tartışmak, hayvanları zehirleyerek ya arabalarda sürükleyerek katleden canilerin görüntülerinden sonra hayvan hakları yasasıyla ilgili birkaç cümle paylaşmak, bir acıdan diğer bir acıya bir “reality show” izler gibi ve o anda onu yaşayanların halini anlamadan hızlıca tüketerek gündem değiştirmek, köfte-ayranı ve Elif’in enkazdan kurtarılma anını bir tüketim nesnesi haline dönüştürüp acıdan reklam aracılığıyla çıkar sağlamayı düşünebilen zihinleri anlamak ve daha nice vicdansız olaylara sebep olan insanları anlamaya çalışmak, zor olan bunu anlamak işte; çünkü düşünmesi bile çok acı verici.

Ölüm, yakınını kaybetmeyenler ve kaybedenler için ortak bir dil değil.
Anlayış ve empati sınırlı. Ne kadar empati kursan da yaşayana farklı. Acıyla baş etmek de herkese göre farklı.

Uzun sürede ya da kısa sürede, hepimiz ölüm acısını yaşayacağız ya da birilerinin bu sebepten acı çekmesine sebep olacağız;

Ama yaşam da eşit değil, ölüm de!

Baksanıza koronadan ölenlere!

Baksanıza depremden ölenlere!

Görmüyor musunuz, ÖLÜRKEN BİLE KİMSE EŞİT DEĞİL !
Kadın, çocuk, hayvan taciz ve cinayetlerini görmekten bıktık ! Sürekli her konuda suçlanmaktan bıktık! Bu kadar ayrışmaktan, yozlaşmadan, çürümüşlükten bıktık ! Oturduğumuz yerde fakirleşmekten bıktık ! Kimseye güvenememekten, bu güven probleminin uzun yıllar boyunca çözülemeyecek çok büyük bir problem olduğunu düşünmekten bıktık ! Bilimden, yasaların uygulanmasından, teknolojiden, laiklikten, liyakatten, proaktif olmaktan, huzur içinde yaşamaktan bu kadar uzaklaşılmasından bıktık !

Gözümün önünden gitmiyor depremden sonraki o kenarı kıvrılmış ve yarıda bırakılmış kitabın görüntüsü. Kimbilir başka neler yarıda kaldı o kitap dışında... Ne hayalleri, hırsları, kavgaları, özlemleri, vedaları, yapamadıkları ve pişmanlıkları vardı.

Çok kolay ölüyoruz. Bu kadar kolay ölmemeliyiz. Bizim hayatımız bundan daha değerli!

Hafızanızı tazeleyeyim: 2020'nin 36 gününde Avustralya'daki yangınlarda binlerce dönüm orman, 25 insan ve 1.25 milyar hayvan yanarak öldü, Endonezya’da sel oldu, Avustralya’da 1000'e yakın deve katledildi, göçmen krizi yaşandı, Elazığ’da 6.8 şiddetindeki depremde vatandaşlarımızı kaybettik, sınırlarımızda askerlerimizi kaybettik, 2 tane çığla bir sürü insanımızı kaybettik. Peki Sabiha Gökçen'de uçağın pistten çıkarak parçalara ayrılmasını da mı unuttunuz? Gündem o kadar hızlı değişiyor ki ve o kadar korkutucu derecede uyum sağlıyoruz ki, hem de hiçbir çözüm üretmeden !

Suçlayacak birini arıyorsanız kendinizi suçlayın, seçimlerinizi suçlayın ve seçimlerinizin sonuçlarını düşünün. Ne 2020'nin ne de doğanın bir suçu yok. Suçlu insanlık ya da işte ondan geriye ne kaldıysa…

NOT: Ne güzel şey senin kızın olmak… İyi ki doğdun anne !

1 Kasım 2020 Pazar

Kurumuş Ağaç

Bankta oturmuş, kuruyan ağacı izliyordu saatlerdir, hiç sağa sola bakmadan, neredeyse hiç kıpırdamadan.

Ama zihni ve kalbi, bedeni gibi hareketsiz değildi, duygudan duyguya düşünceden düşünceye koşuyordu kurumuş ağaca bakarak:

“Kendi duyguları ve düşünceleri konusunda dürüst olmadığı için, karşısına dürüst bir insan çıkınca panikleyen, korkan, şaşıran insanlar da tıpkı bu ağaç gibiler.

Dürüst olamadıkları için en başta kendilerine zarar verirler; çünkü çoğu zaman kendilerine karşı bile dürüst değiller.
Bu ağaç gibi içi kurur dürüst olmayan kişinin.”

Kurumuş ağacın etrafına bakmaya başladı düşünmeye ara vermeden:
“Halbuki hayatı bu kadar zorlaştırmaya, sorunları ya da kişileri kafada evirip çevirmeye, kafada senaryolar yazmaya hiç gerek yok.
Dürüstlük aslında çok basit, zor olan dürüst olmamayı seçmek.
Basit olan yolu seçin, siz de dürüst olun.
O zaman kurumazsınız, yeniden tomurcuklanıp çiçekler açarsınız.
Hem dürüst insanın sizden tek bir beklentisi olur, kendisi gibi dürüst ve açık sözlü olmanız; çünkü onlara karşı dürüst olmamanız onları kırar, bu ağacın dalları gibi.”

Kurumuş ağacın yanına gitti, ağacın her yerini yakından incelemeye başladı düşünmeye ara vermeden:

“Kapıyı çalıp çalmamakta tereddüt etme.
Ya kendine güvenip o kapıyı çalacaksın -sonucu ne olursa olsun- ya da kapıyı çalmayacaksın.
Eğer korkup da o kapıyı çalmazsan aklın hep orada kalacak,
Bir keşke daha birikecek pişmanlıklar havuzunda.
“Keşke deneseydim.”, diyeceksin,
“Şimdi olsa yapardım.” derken kendini suçlayacaksın,
Kendine az olan güvenin iyice tükenecek.
Peki ya denersen?
“Denedim ve oldu.” ya daDenedim ve olmadı.” diyeceksin;

Tecrübe ve öz güven havuzun dolacak bu sefer.”

Ağacın dallarını yavaşça kırarken, kırdığı bir dalın kırıldığı noktanın tam kurumadığını gördü, ağacı yaşatmak için hala umut vardı,

Nefes aldığımız sürece her şey için umut yok muydu zaten?

Ağacın etrafını ve kuruyan dallarını temizlerken, yavaşça sulamaya başladı ağacı kalbindeki umutla ve zihnindeki yavaşlayan düşüncelerle:
“Dürüst oldukça hiçbir şeyden korkmaya gerek yok.

Dürüst ve cesur olmaya devam ettikçe, bu sefer başka kapılar açılacak.
Ve bir bakmışsın ki,
Kapıları açan sen olmuşsun.
Kapıları açtıran sen olmuşsun.
Sen, o kapı olmuşsun...”

Vazgeçmeyip, onun için emek ve çaba harcadığı kurumuş ağacın meyvelerinden yemeye gitti bir mevsim sonra.

Mevsimler geçtikçe geçmez dediği her şey geçiyordu hayatından, zaman gibi.

Mevsimler değiştikçe, değişmez dediği her şey değişiyordu, kendi gibi.

Sonunda bir gün ağaç öldü, her şey gibi.

O ağaçtan kendine bir kapı yaptırdı, hayatı özetler gibi.