Yazıya Sabahattin Ali'nin "Kürk Mantolu Madonna" kitabından bir alıntıyla başlamak istiyorum: "Uğruna bir şeyler yaptığınız için pişman etmeyecek insanlar için çabalayın, sizin verdiğiniz bütün emekleri görmezden gelen insanlar için değil. Çünkü bir şeye boşa emek verdiğinin farkına varmak kadar kırıcı bir şey yok hayatta."
Gerçekten
dost sandığı biri tarafından kırılmadan kimsenin yazacağı sözler değil bunlar.
Bazen öyle olur. Sen karşıdakini dostun sanırsın; ama sen onun hiç dostu
olmamışsındır; sana öyleymiş gibi davranmıştır belki de günü kurtarmak için,
anlık zaferler için, zihinsel onca çöpünü boşaltmak için... Yani sen onu dostun
sanarken, sen onun çöplüğü olmuşsundur.
Sen mutlu
veya mutsuz bütün zamanlarını onunla paylaşırken seni bütün mutsuzluklarının,
acılarının, gözyaşlarının, endişelerinin, korkularının, kayıplarının,
hastalıklarının, toksik ilişkilerinin, kaygılarının içinde tutup da
mutluluklarının dışında tutan birine dost diyebilir misin?
Bir insan
neden mutsuzluklarını seninle, mutluluğunu başkalarıyla paylaşmak ister?
Bütün
mutsuzluklarının içinde; ama mutluluklarının dışında tutulmak dostluk mudur?
Böyle olunca
en başından itibaren bütün ayrıntılarıyla düşünüyor insan, acaba en başından
beri neler gizledi, hata bende miydi, aslında hep böyleydi de ben mi
konduramadım, gereğinden fazla değer verip ben mi hatalı davrandım diye... Hele
dönüp dolaşıp benim gibi hatayı kendinde arayan biriyseniz işiniz zor. Ama bunu
da öğrettiler bize, daha rahat hatalar yapıp kalbimizi daha çok kırmak için
hatayı hep kendimizde aramamıza sebep oldular kendileriyle ilgili kusursuz
mükemmellik algılarıyla. Ama aslında kusursuz birer zaman kaybına dönüştüler,
gözümüzdeki değerlerini yerle bir ettiler, kötü bir tecrübe olarak anılarımızda
kendilerine yer kazandılar gelecek anılarımızdaki sağlam olan yerlerini sonsuza
kadar kaybederken.
O
kaybederken sen kazandın. Nasıl bir dost ve insan olunmaması gerektiğine dair
kendileri harika bir örnek oldular sana. Artık nasıl biri olmaman gerektiğiyle
ilgili harika bir tecrüben daha var, daha iyi bir insan olman yolunda bu seni
avantajlı hale getirdi.
Sana
gerçekten değer verenlerin senin için her zaman vakit ayıracağını kendinden
biliyordun zaten; çünkü bir insana senin için önemli olduğunu çok güzel ve açık
şekilde hissettiren birisin.
Sana kendini
sorunluymuş, yetersizmiş, sorun sendeymiş gibi hissettirenlerin kafa
yapılarının ne kadar sorunlu olduğunu, onlar yüzünden kendini hırpaladıktan ve
onların seni hırpalamasına izin verdikten sonra öğrendin. En az iki ya da üç
kişinin bir araya gelip sen netsin, sen dürüstsün, sen çalışkansın, sen çok
açıksın, sen farklısın deyip seninle ilgili algı yönetimi yapmalarından ve
sanki sen kötü, eksik, kusurluymuşsun gibi hissettirmelerinden dolayı o "mükemmel"
insanlar, onların "mükemmel" gruplaşmaları ve seni farklı diye
ötekileştirip "mükemmel" bir şekilde dışarıda bırakmalarından dolayı
toplum tarafından bütün o "kusurlu" addedilen kişilere karşı duyduğun
sempati ve empati de her saniye arttı. Daha da ilginci sana kendini kötü
hissettirenlerin daha sonra, belki aylar ve yıllar sonra senin yaptıklarını
yapması veya geçtiğin yollardan geçmeye çalışması oldu. Ah be insanlık, en
başından beri sadece kendinle uğraşsana.
Dışlanmış,
ötekileştirilmiş, kusurları olan, mükemmellikten uzak, farklı, renkli, değişik
olan herkesi ve her şeyi seviyorum. Onlara karşı içimde müthiş bir sevgi ve
saygı var. Aslında başkalarının bize karşı sevgi hissetmesine de ihtiyacımız
yok, kendi kendimize yetip yalnızken mutlu olmayı bilen karakterleriz biz.
Yıllarca farklı diye dışarıda bırakılan biri olarak şunu çok iyi biliyorum, en
kusursuz olan şey kusurluluktur.
Sen kırman
gereken bütün döngüleri kırdın, artık kimsenin seni bir döngüye hapsetmesine
izin vermeyeceksin. Bütün o kendini "mükemmel" sanan karakterlerin de
desteğiyle oluşturduğun bütün zihin hapishanelerini parçaladın, zihninde asıl
tutukluluk hali yaşayanların onlar olduğunu gördün. Bütün döngülerinden, bütün
hapislerinden, başkalarından, kendinden özgürsün çok fazla mücadelenin sonunda.
Güzel olan hiçbir şey gerçekten de mücadelesiz elde edilmiyor, hayatı kendine
ve başkalarına zorlaştıran insanlar yüzünden.
Tamam, nasıl
istiyorsan öyle olsun, sen yine sana yapılanı ve yaşatılanı unutma, sana
kendini nasıl üzgün hissettiklerini ve gözyaşlarını unutma.
Ama gel önce
bir sarılalım, kalplerimiz değsin birbirimize, bana her sarıldığında güven ve
huzur duyacağını bil, bu kalbin bir parçası hep sana ait olacak.
Unutma
bizler birer ebru sanatçısıyız, birbirimizin kalbine ve hayatına o
yoğunlaştırılmış su üzerine damlatılan boya gibi dokunduk ve desenlerimiz
değişerek karıştı birbirine, kağıda çıkacak olan resim biz birbirimizin
hayatına girdikten son değişti.
Şimdi bütün
sular gibi, bütün o yoğunlaşmış sıvı halimizle, okyanusa karışmayı başaralım,
birbirimize hep okyanusu hatırlatalım, Mevlana'dan haz alalım:
"Bana
gösterdiğin merhamet sakın ola ki yormasın seni; senden bıkmak, yorulmak asla
mümkün değil. Oysa ki bu su kapları, kavanozlar, tüm bu alet edevat benden
bıkmış olmalı. İçimde susadığını asla yeterince bulamayan susamış bir balık var
Bırak yarım yamalak ölçmeyi tartmayı, bırak bu küçük hesapları ve kırıp at
gitsin bu ufak tefek kapları. Sen bana okyanusun yolunu göster dost."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder