Görür görmez beni çarpan cümleler olmuştu bunlar: “Geçmişte yaptığın tüm fedakarlıkları unut, onlar aldığın ders için ödediğin bedeldi.”
Bedel ödedim diyenler, ben de benzerini yaşadım diyenler,
empatiden yoksun bir şekilde bile bile, göre göre, bedel ödeyenlere bedel
ödetmeye devam ediyor veya sadece izliyor. Marcus Aurelius’un lafı geliyor
hemen aklıma böyle durumlarda: “Kişi yalnızca yaptığından ötürü değil,
yapmadığından ötürü de haksızlık eder.”
Bunu “Yaşayan bilir.” diye düşünmeyin, yaşayanlar da yapıyor,
zaten en çok acıtan da yaşayanların bunu yapması.
Haksızlığa maruz kaldığı sırada acı çeken kişi, kendisine
haksızlık eden kişiye benzeyince, kendisinde o gücün olmamasından mı, yoksa
yapılan haksızlık yüzünden mi geçmişte acı çekmiş oluyor bu durumda?
İnsan düşünmeden edemiyor, kendine yapılan haksızlığı yapmak
için istiyorsan o gücü, seninki güç değil de zavallılık olmuyor mu?
Ne güzel demiş benim canım Atam: “İyi bireyler kendinden çok,
üyesi bulunduğu toplumu düşünen, onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına
yaşamını veren insanlardır.”
Gücü herkesin hayrına olacak şekilde değil de kişisel çıkar
ve tatminler amacıyla kullanmak için isteyecek kadar zavallı hale ne zaman
geldi bunca insan? Peki ne zaman bitecek, yoksa hiç bitmeyecek mi?
Bu dünya, bu makamlar, mal mülk, para
pul kimseye kalmıyor, şu anda hepinizin aklına Sultan Süleyman şarkısının
sözleri gelmiş olmalı.
Kendimizi kaptırınca çok çabuk
unutuyoruz; ölümün olduğu yerde her şey hükümsüzdür.
Böyle olunca insanın egosu sayesinde çok çabuk unutuverdiği
bir gerçek de geliyor aklına; hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Bu da başka bir gerçeği vuruyor
yüzümüze; koltuk sahibi değişse de koltuğun etrafındakiler değişmiyor. Unvan,
para, güç, her türlü maddi imkana sahip olan kişiler değişiyor; ama
etrafındakiler bir türlü değişmiyor. Hiçbir zaman. Hiçbir dönem. Hiç. Hiç. Hem
de hiç.
Üstelik dürüst insanları da sevmiyorlar
kendi ikiyüzlü dünyalarında, olan hep onlara oluyor. Peki bu ne zaman bitecek,
yoksa hiç bitmeyecek mi, dürüst insanların da yüzü gülecek mi?
Üzülme dürüst insan, vicdanın rahat, başın dik, sadece çok
yorgunsun, bu yorgunluğu kendimden çok iyi biliyorum, bak ne güzel demiş
Bukowski: “Kalabalığa karışmak için hiçbir özellik gerekmez. Ama yalnız ve dik
durmak için, gerçekten çok şey gerekir.”
Kınadığın muhakkak geliyor başına, ben buna kefilim. Bir de
eden bulur diyorlar, hayatın kanunuymuş, buna kefil olamam, bu konuda hiç emin
değilim hatta; yaşarken görürüz belki.
Akıl alır gibi değil. İnanılacak iş
değil. Şaşılacak şey. Yok artık. Hadi canım! Şaka mı yapıyorsun? O kadar da
değildir. Bu kadar olmaz! Yuh!
Şaşıra şaşıra şaşırma duygusu kalmadı
çoğu insanda yıllardır.
Aslına bakarsanız umuttan da pek söz
edilmiyor.
O kadar çok insan tükendi ki…
İnsanlar o kadar yoruldu ki…
Bütün bu kargaşa ne zaman bitecek,
yoksa hiç bitmeyecek mi?
İnatçıdır umut, kolay kolay gitmez
bünyeden, kendimden biliyorum.
Umut, zihinlerinin ve kalplerinin ufak
bir köşesinde, küskün ve sessizce bekliyor yorgun savaşçıların; İncelikli
duygularıyla tomurcuklanmaya hazır şekilde…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder