9 Şubat 2022 Çarşamba

Nefes Kesen Düşünceler

 

Sen benim aldığım nefessin.

Her nefeste seni biraz daha yakalıyorum;

Ama nefesimi bırakınca kaçıyorsun.

 

Nefes alıyorum.

Nefes veriyorum.

Yakalıyorum.

Kaçıyorsun.

 

Nefesimi tutuyorum.

Seni bırakmıyorum.

Beni zorluyorsun ve nefesimi bırakıyorum;

Kaçıyorsun.

 

Kaçıyorsun; çünkü nefesimi vermezsem ölürüm.

Kaçıyorsun; çünkü aslında kaçmıyorsun;

Nefesim içime her girdiğinde kötü havayı alıp kendiyle götürüyor; sen de içime her girdiğinde beni biraz daha berraklaştırıyorsun;

Ama ben sınırlarla, yargılarla, olumsuzluklarla kirletiyorum içimi.

Sen de inadına temizliyorsun, hem de neşeyle ve sevgiyle.

 

Ben sen olmazsan yaşayamazdım.

Ben nefes almadan yaşayamam.

Bana benim kadar yakınsın.

Sana kendim kadar yakınım.

Sen bana nefesimden daha yakınsın ve verdiğim nefes kadar uzaksın da.

 

Ben seni yakalıyorum, sen kaçıyorsun.

Sen kaçtıkça, ben seni yeniden yakalıyorum.

Sen kaçtıkça, ben özgürleşiyorum.

Özgürleştikçe, sevgi oluyorum

 

Nefes alıp veriyorum, ta ki ben sen olana kadar.

19 Ocak 2022 Çarşamba

Siyasette Acil Temizlik!

İşsizlik, yoksulluk, döviz kuru “oynaklığı”, Covid-19 pandemisi, doktorlara uygulanan şiddetin cezasız kalması, şahlandığı iddia edilen ekonomi gibi bir dakika boş kalmayan ülke gündeminin aslında en derinindeki konu, hepimizin merakla beklediği asıl konu, genel seçimlerin ne zaman ve hangi kadrolarla olacağı konusu.

Doğrusu yerel seçimleri de oldukça merak ediyorum.

Partilerin il ve ilçe başkanlıklarına bakarak birçok konuda fikir sahibi olabiliyoruz.

Herkes ikinci bir şansı hak eder, herkes değişir, herkese elbette birçok konuda hak ve fırsat verilmeli; ancak özellikle sol görüşlü partilerde birçok insan kırgın ve inancını yitirmiş durumda.

Kendi partisinin görüşünü tüm kalbiyle destekleyen birisinin, aynı desteği partisinden görmemesi, aksine görüşleriyle uzak kişiler için çaba harcadığını görmesi emek harcayan, değer veren, gönlünü koyan kişileri kırmasa bir terslik vardır zaten.

Kimse çantada keklik değil. Bunu geçmişte atılan tepki oyları ve boş atılan oylarda defalarca gördük. Bunu görmek ve kabul etmek istemeyenler şunu unutmasın: Kendi seçmen kitlesini bu kadar göz ardı eden kişilere lider denemez. Bizim toplumun her alanında dürüst, adil, çağdaş, eğitimli, laik liderlere ihtiyacımız var.

Eski olan şeyleri antika dükkânlarından ya da internetten görmek istiyoruz. Eskiden sıkıldık. Eski, yeniye yer açmıyor. Eski, yeniyi baskılıyor. Eski, köşesine çekilsin artık. Eski, bırakmayı bilsin. Eski, eskide kalsın.

Eskiden çok yorulduk; yeniye, umuda, ışığa, adalete, gelişmeye, bilime, laik ve çağdaş bir yola ihtiyacımız var.

Erkek ve belli bir yaşı geçmiş siyasi aktörler görmekten herkes yoruldu. Partilerde ve toplumun her alanında daha fazla kadın ve genç baş aktör konumuna gelmeli.

Tazelenmeliyiz, kendimizi geliştirmeliyiz, her alanda yeniye yer açacak temizliğe gitmeliyiz ki siyasette kirlenen herkes bir şekilde siyaset dışı bırakılıp yerine eskinin kiriyle zihni lekelenmeyen taze kan gelsin. Parti üyelikleri babadan evlada geçmesin, partiler ailelerden arındırılsın. Her partide bir üyesi olan ve her dönem yolunu bulan ailelere yönelik önlem alınsın.

Parti üyelerinin titizlikle seçilmemesi, dün A partisinde olanın bugün B partisinde olması, hep aynı kişilerin her dönem güç neredeyse orda kabul görmeleri, partilerin içini de hep aynı kişiler varmış gibi gösteriyor. Buna acilen bir çözüm bulunmalı. Bu şekilde halkın size inanmasını nasıl sağlayacaksınız? Değişin, bir an önce değişin!

Her partinin içinde gruplar, savaşlar varken siyasi aktörlerin belli bir ideoloji için savaştıklarını değil birbirleriyle savaştıklarını görmek de ayrı bir hayal kırıklığı. Değişim, acilen değişim!

Rant, koltuk, kişisel çıkar, güç, hırs, intikam gibi motivasyonlarla hareket eden değil, halkı için, seçmeni için, temiz siyaset için ter döken kişilerden oluşan siyasi partiler görmek istiyoruz.

Umutsuz, kırgın, yorgun insanların olumsuz duygularını yok edip yeniden umutlarını yeşertecek siyasi aktörler görmek istiyoruz.

Güzel günler görmek istiyoruz.

Küfür, kavga, yumruk, hakaret değil insana değer veren sahneler görmek istiyoruz.

Hakkımızı sonuna kadar savunacak, vazgeçmeyecek, pes etmeyecek insanlar görmek istiyoruz.

Kötünün iyisini değil, en iyisini seçmek istiyoruz.

Kafamızda tereddütlerle değil, yürekten gelen bir güvenle ve emin bir şekilde oy pusulasına mührü basmak istiyoruz.

Olması gerekenin lütuf olarak sunulduğu ve bunun için teşekkür beklendiği değil, artık olması gerekenin zaten olduğu ve üstüne çok daha fazlasının konulduğu refah dolu günleri yaşamak istiyoruz.

Şimdi kişisel hırslarınızı ve egonuzu bir kenara koyun, bizi çok yordunuz.

Hak ettiğimiz güzel günleri yaşamak istiyoruz.

Sizden alacaklıyız.

6 Ocak 2022 Perşembe

Derin Denemeler

 

Varsın; ama yoksun.

Yanımdasın; ama uzaktasın.

Sana bakıyorum; ama göremiyorum.

Dokunuyorum; ama hissedemiyorum.

Seninle konuşuyorum; ama sesini duyamıyorum.

Bunların hiçbirinin önemi yok

Yoksun; ama ben varım.

Uzaktasın; ama ben yanındayım.

Seni göremiyorum; ama sana bakıyorum.

Seni hissedemiyorum; ama sana dokunuyorum.

Sesini duyamıyorum; ama seninle konuşuyorum.

Bunların hepsinin önemi büyük çünkü

Ben varsam, sen de varsın.

 

&&&&&&&&&&

 

Uzaklardan bir ses; ama en derinlerden…

Öyle bir ses ki bana kendimi ve diğer her şeyi sevdiren,

Yankılandıkça bana kendini yeniden hissettiren,

Her seferinde bana sorumluluklarımı öğreten,

Benden bir cevap alamasa da pes etmeyen.

Uzaklardan bir ses -ta en derinlerden...

Öyle bir ses ki, benim sesimle aynı…

 

&&&&&&&&&&

 

Senden hiçbir şey istemiyorum.

Senden hiçbir şey beklemiyorum.

Bana inan veya inanma,

Yanımda ol veya olma,

Saygı duy ya da duyma,

Sev ya da sevme,

Bunların hiçbirini önemsemiyorum.

Seni sensin diye, her şeyinle çok seviyorum!

Beni kaybettiğini sanarak

Aramakla geçirdin zamanını.

Beni bulduğun zaman

Kimi bulduğunu görünce

İşte o zaman birbirimizden ayrı olmadığımızı göreceksin.

Aramayı bırakıp beni bulmanı heyecanla bekliyorum.

 

&&&&&&&&&&

 

Bir tablo çizdim kendime,

Üstünde hayata dair her şey olan.

Bütün renkler vardı üstünde,

Ve onların her tonu.

Son rütuşunu yaptım resmimin,

Resmin tamamını değiştirecek olan

Tek rengi sürdüm

Her yerine: Sarıyı.

 

Kapkara olan tablo birden aydınlandı.

Güneş doğdu resmime.

Daha önce çizdiklerim canlandı.

Yeniden hayat buldular.

 

Her rengin bir karakteri vardı.

Benim resmimde en karakterli renk sarıydı.

29 Aralık 2021 Çarşamba

Her Bir Günün İçin Teşekkürler 2021

2021’de alışkanlıklarımı, ritüellerimi ya da benim dışımda gerçekleşen ritüelleri, tekrar eden döngüleri fark ettim. Birkaç çok istediğim konuda elim kolum bağlı beklediğimi fark ettim. İsteyip, planlayıp, gerçekleştiremediğim şeylerin kendimi yorgun hissettirdiğini fark ettim. Kendimi nasıl kısıtladığımı, hangi düşüncelere tutsak ettiğimi, zaman zaman öfkelenmemin asıl sebebinin adım atmamak, plan yapmamak, yol çizmemek, ertelemek, kendimin ve potansiyelimin farkında olarak hareket etmemek olduğunu fark ettim. Daha sonra etrafımdaki insanların yorgunluk ve öfke hissetmelerinin sebeplerine baktım: Başkalarını taklit etmek, başkalarının beğenilerine göre hareket etmek, işini severek yapmamak ya da sevmediğin işi yapmak, risk almamak, korkak olmak, cesur hareket etmemek, var olan bir sorunu kişinin kendisiyle değil başkasıyla konuşmak, sürekli bahane ve sorun üretmek…

Konfor alanının nasıl tehlikeli bir yer olduğunu ve o alandan çıkmanın ne güçlü bir irade gerektirdiğini neredeyse her gün deneyimledim. Daha sonra da ben beklerken hayatın beklemediğini fark ettim ve bazı konfor alanlarımı terk ettim. Değişip ya da yeni yollar bulup döngüyü kırdım. Tek bir seçimin, bu seçimi gerçekleştirmek için attığım adımların ve bunun gerçekleşmesinin tüm yolları, olasılıkları, hesaplamaları değiştirebileceğini gördüm.

Herkesin kendi evreninden, kendi habitusundan, zaman zaman kendinden saklanarak, zaman zaman kendini saklayarak, olduğu ya da olmak istediği haliyle yaşadığını daha çok kabullendim, çok az arkadaşın ve yakın olmayı seçmediklerimle mesafeli olmanın iyi olduğuna inancımı pekiştirdim.

Gayretimle, emeğimle, severek, inanarak, tutkuyla, sabırla, netlikle, yaratıcı ve verimli bir şekilde, bana ait olmayanın beni sınırlandırdığının bilinciyle, bana ait olmayanı bırakıp daha çok biz olmak amacıyla kendimi seçtim. Bütün gelişmeleri, ilk etapta olumsuz gibi görünenleri bile heyecanla karşıladım. Hayatın şımartmasına, şaşırtmasına izin verdim. İzledim. İzlemeyi hep çok sevdim; bir kuşu, dalgaları, seni, kedileri, tanımadığım insanları, yağmuru, düşüncelerimi…

Emeklerim fark edildi. Boşa kürek çekiyormuşum gibi hissetsem de sonunda iyi ki öyle yapmışım dedim. Manipülasyonları fark ettim. Her şeye göğüs gerdim, yine yaparım, yapamadığım anlar da oldu, o zamanlarda da çok güçlendim; çünkü kayıpları kazanç olarak görmeyi çoktan alışkanlık haline getirdim. Hedeflerim önceliklerim haline geldi. Kontrol edemediğim şeyler oldu, kontrolü bıraktığım zamanlar oldu, çoğu zaman kontrol bendeydi, en güzel zamanlar akışta olduklarımdı. Yarım kalanları tamamladım, geçmişten ders aldım, olmayan şeyleri pişmanlık duymamak için iyice denedikten sonra kabullendim. Anladım. Değiştim. İç sesimi dinledim. Bazen tüm sesleri susturmak istedim. Yetinmedim. Geliştim. Kendime sınır koymayı bıraktım. Kendimi değerlendirdim, sevdim, bağışladım, bana iyi gelmeyenleri unutmayı seçtim. İyi niyetine inanmadıklarım için kendimi yavaşlatmayı bıraktım, sevdiğim ve seçtiğim konularda durdurulamaz olmam gerektiğini kendime hatırlattım.

2021 pek çok açıdan benim yılımdı, 2022’nin muhteşemliklerine hazırlık yılıydı. 109 kitap okudum. Bir sürü makale okudum. Sosyolojiden yüksek lisansa başladım, ilk dönem bitti bile; yoğun, çok yoğun, besleyici, geliştirici, zorlayıcı, keyifli, içimde kendime doğru başka kapılar açtıran, öğretici, değiştiren ve çok hızlı geçen bir 4 aylık dönem. Muhteşem hocalarla tanıştım, hocalarımın ağzından çıkan her cümle için kendimi çok şanslı hissettim, yeterli enerjiyi kendimde bulamadığım anlarda aklıma hep hocalarımı getirdim, hepsini çok sevdim. Yaş ortalamasını yükselten ben olsam da, hepimizin Y kuşağını oluşturduğu güzel bir sınıfa denk geldim. Harika bir editörü ve sahibi olan güzel bir internet gazetesine haftalık köşe yazarken, iki ayda bir basılan kültür, sanat ve edebiyat dergisinden yazarlık teklifi aldım ve kabul ettim. İsim annesi sayıldığım, içinde birbirinden kıymetli üyeleri olan ve hem kendim için hem de toplum için çok geliştirici bulduğum ANODEM’in üyeliğiyle beraber yeni insanlarla tanışıp, farklı bağlantılar kurarak, bir sosyolog için harika sayılabilecek bir alana dahil oldum. Mesleğimi severek yapmaya devam ettim, mesleğime ve sosyolojiye duyduğum sevgim her geçen gün arttı.

Kendimi kimse benim kadar bilemez, benim için neyin iyi olduğunu benden iyi kimse bilemez. Kimse senin için seni bilemez, kendini sen bilirsin. Bilmezsen de, sen bilirsin.


2022 de her şeyi değiştirecek, ben değişime istekliyim, gönüllüyüm, kendime olumlu yönde dönüşmek için izin veriyorum. 2022’ye girebildiğim kadar güçlü girmek için elimden geleni yaptım, 2022’de kendimi gördüğüm yere doğru seçimler yapmaya ve bu seçimlerin sonsuz olasılıklarına, yeni bir yıla, yeni bir dünyaya, 2022’de yaşamaya hazırım! Hepimiz için şanslı, fırsatlarla dolu, huzurlu, bereketli, tüketmekten çok ürettiğimiz, kendimizi gerçekleştirdiğimiz, dengede kaldığımız, karar verip yola çıktığımız, karar verip uyguladığımız, ertelemediğimiz, yaşam alanımızı ve kendimizi güncellediğimiz, değişime kucak açtığımız, kalıplarımızdan kurtulduğumuz, biz olduğumuz, insan olduğumuz, doğanın parçası olduğumuzu hatırladığımız, gerçek anlamda birer dünyalı olduğumuz, harika bir yıl diliyorum. Ve gerçekleşmesini çok istediğim bir dilek: 2022 sosyologların senesi o

18 Aralık 2021 Cumartesi

Uğur Böceği

Biliyorum, biliyorum…

Tamam, anladım, beni görmek sizi çok mutlu ediyor.

Sizi görmek de beni çok mutlu ediyor.

 

Ama ben hamam böceği de olabilirdim.

O zaman öldürmeye çalışacaktınız beni.

Pis diyecektiniz hemen, ilaç sıkacaktınız üstüme.

Tıpkı insanları da hemen etiketlediğiniz gibi.

Salak, havalı, şişman… Bir sürü sıfat!

Değişeceklerini düşünmeden, üzüldüklerini bilmeden…

Kestirip atmak, şans vermemek ne kadar kolay sizin için.

Siz hiç hayatınızda yanlış seçimler yapmadınız mı?

 

Üstünüze konduğum zaman hemen uçmamı bekliyorsunuz,

Batıl inançlarınız yüzünden.

Size uğur getirdiğimi düşünüyorsunuz.

Nereden biliyorsunuz bir hamam böceğinin uğur getirmeyeceğini?

Beni görünce hemen uzaklaşmamı istiyorsunuz, hamam böceğini de uzaklaştırıyorsunuz.

İnsanlara da aynısını yapıyorsunuz.

Bir insan sizi sevince sevgiden korkup onu uzaklaştırıyorsunuz;

Bir insana değişik, farklı deyip onu da uzaklaştırıyorsunuz.

Sevmek ve sevilmekle ilgili ne probleminiz var sizin?

Ondan sonra da yalnızlıkla ilgili şarkılar yazıp, söylüyorsunuz.

Size o kadar çok gülüyorum ki böyle anlarda.

Ama bunu sizin fark etmeniz önemli,

Ne kadar komik olduğunuzun farkında mısınız?

 

"Uç uç böceğim, annem sana terlik pabuç alacak."

Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz kuzum?

“Benim terlikle, pabuçla ne işim olabilir ki?” deyip uçuveriyorum üstünüzden.

Ama bu sizin en büyük özelliğiniz zaten:

Yapamayacağınız şeylerin sözünü verip, hayal kırıklığına uğratmak.

 

İnsanlar olmasa biz dünyada daha mutlu olurduk.

Çünkü siz ne bizlere ne kendinize ne de diğer insanlara saygı duymuyorsunuz.

Her şeyi yapma hakkını buluyorsunuz kendinizde.

Kendinize bir şey olmasın da başkasına ne olursa olsun.

 

"Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın."

Böyle düşünen herkesi yılan soksun!

 

Böyle giderse ne sevmediğiniz hamam böceğini ne de uğuruna inandığınız beni göremeyeceksiniz…

İnsanları öldürmek bile sizin için çok kolayken,

Biz hayvanlar yok oluyoruz, bunun için önlem alın desem,

Yine umutlandırıp, hayal kırıklığına uğratırsınız.

 

Sizler bu kafayla daha çok yalnız kalırsınız.

Sizler bu kafayla bir damla suyu, bir avuç bereketli toprağı zor bulursunuz.

Tercihlerinizi, tüketim alışkanlıklarınızı değiştirmezseniz, önemli olan tek şeyin sadece kendi mutluluğunuz ve konforunuz olduğunu söyleyen egonuzun sözleriyle hareket etmeye devam ederseniz, bencilliği ve korkuyu kenara bırakıp cesaretle hareketle etmezseniz birlikten doğacak kuvveti, huzuru, mutluluğu, adaleti asla göremezsiniz.


4 Aralık 2021 Cumartesi

Çok Güzel Bir Adam

 Geçen sene bugün 5 Aralık 2020 değildi.

Bugün 5 Aralık 2021 değil.

2016’dan beri her 5 Aralık yılı, 2016 benim için.

Çok erken bir gidişin tarihi o,

Kanserle kaybedilen bir savaşın ve içimde hiç kapanmayacak bir boşluk açan gidişin tarihi.

Çocukken biriktirdiği paralarla her hafta kendine bir kitap alan,

Çocukken çalışan ve bir sürü sorumluluğu sırtına alan,

Çocukluğunu gerçekten yaşayamayan o yarım kalan çocukluğun gidişi.

Gençliğinde bisikletiyle sevdiği kızın okuldan çıkışını bekleyen,

Sırılsıklam aşık olduğu kıza aşk şiirleri ve duygularını mektuplarla yazıp veren,

En masum ve heyecanlı duyguları sonuna kadar yaşayan bir romantiğin gidişi.

Tarım ve zeytincilik üzerine, zirai ilaçlar üzerine çok donanımlı, bilgili, kendi ürettiği ilacı ve kitabı olan,

Doğa için ve ağaçlar için savaşan ve hatta bu savaşların yargıya taşındığı,

Arabasının bagajı hayvan mamaları ve arabasının önü çocuklara vermek üzere çikolata ya da kırtasiye malzemeleri dolu olan,

Kalbi merhametle dolu, bir verene bin veren değil her zaman karşılıksız veren, gönlü bol, ruhu tertemiz bir iyilik savaşçısının gidişi.

Her şeyi disiplinli, tertipli, düzenli,

Tam anlamıyla bir işkolik ve bir iş eğer yapılacaksa en iyi haliyle bir an önce yapılması gerektiğine inanan,

Aldığı maaşı her kuruşuna kadar hak eden, kimsenin hakkına geçmeyen, çalışmaktan hiç yakınmayan, emekli olsa bile çalışmaya devam eden tam bir iş bağımlısının gidişi.

Okuduğu kitap ve gazetenin, çözdüğü bulmacanın, güldüğü mizah dergilerinin, yazdığı yazı ve şiirlerin bu kadar çok olduğu,

Dünyayı seven, ailesini seven, insanları ve dostlarını çok seven, damadını ve gelinini çok seven, yemekleri ve ekmeği çok güzel yapan, elinin değdiği her işi en iyi şekilde yapan,

Sorsanız onu insanlara, hepsinin ağzından çıkan ilk kelimelerin “dürüst”, “güvenilir”, “çok çalışkan” olacağı kadar düzgün ve doğru bir karaktere sahip,

Kızının da onun yolunda gitmeye gayret ettiği ve kızının onunla çok gurur duyduğu bir babanın gidişi…

Beni küçükken kucağına alıp balım diye seven, elimi tuttuğunda dünyayı bir anda en güvenli yer haline getiren, o bütün yüzünü kaplayan içten ve sıcacık gülüşüyle kalbimi sıcacık yapan, olduğum kişinin çoğunu kendi karakteriyle şekillendiren, zamanı 5 Aralık’ta durduran, o tarihten beri akan gözyaşlarımın tek sahibi, o tarihten beri özlem duygusunun gerçekten ne olduğuna dair hiçbir fikrimin olmadığını kavramamı sağlayan, hep çok özleyeceğim, kızı olmaktan hep onur ve gurur duyacağım, hep çok seveceğim, hep eksikliğini hissedeceğim ve kendimi hep eksik hissedeceğim, hala rüyalarıma gelmediği için her uykumda beklediğim, hep en güzel anılarımızı gözlerimi kapatıp yeniden ve yeniden yaşayacağım, çok güzel bir adamın, benim babamın gidişi 5 Aralık 2016.

26 Kasım 2021 Cuma

İklim Krizi ve Alınabilecek Bireysel Önlemler

26.11.2021’de gerçekleştirilen ANODEM (Antalya Ortak Düşün Meclisi) toplantısının konusu “Küresel Isınma, İklim Değişikliği, Türkiye ve Antalya” idi. Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği İl Müdürlüğü’nden Çevre Yönetimi ve Denetimi Şube Başkanı, İl Müdür Yardımcısı ve Çevre Mühendisinin katılımları ve çok değerli bilgilendirmeleriyle aslında biricik yuvamız olan Dünya’mıza, üzerindeki kendi mülkiyetimizde olan evlerimize gösterdiğimiz özenin birazını bile göstermediğimizin acı sonucuna ulaştık.

“Bir kişi ne değiştirebilir ki?”, “Ben değişsem ne fark edecek ki?” gibi aslında altında başkalarıyla kıyas yatan ve önce başkalarından beklenti içine girilen bu soruları bırakıp “Gerçek bir değişim için ben şu anda neleri değiştirerek işe başlamalıyım, hangi tercihlerimden vazgeçmeli ve yerine ne koymalıyım ya da yerine gerçekten bir şey koymaya ihtiyacım var mı?” gibi sorularla değişime bir an önce başlamalıyız; çünkü geç kaldık.

Öncelikle iklim değişikliği değil, iklim krizi demek daha doğru olacak; çünkü şu anda yaşadığımız şey bir kriz ve bu kriz mülkiyetle beraber gelen çizdiğimiz sınırlarla da kısıtlı değil, Dünya’daki herkesi etkiliyor ve ilgilendiriyor. Yani kısacası ya hep beraber ya hiçbirimiz bilincine en azından iklim krizi noktasında ulaşmalıyız.

Tarımda alternatif yöntemler (topraksız tarım, susuz tarım gibi) neden deneniyor hiç düşündünüz mü? Dünya’daki tarlaların çoğunda randıman kalmadı ve her şey toprakta başlayıp toprakta bitiyor. Tarımda kullanılan kimyasallar, gübre, fabrika atıkları, denizlerin ve okyanusların kirlenmesi, tatlı su kaynaklarının azalması, karbon salınımı gibi birçok insan eliyle yapılan kirlilik nedeniyle denizdeki yosun miktarı artarak sulardaki oksijeni azaltıp denizdeki diğer canlıların ihtiyacı olan oksijeni tüketiyor, içecek temiz suyumuz azalıyor, balık sayısı azalıyor, hayvan çeşitliliği azalıyor, karbon salınımı artıyor, hava kirleniyor; yani kısacası Dünya’yı hem kendimize hem de diğer canlılara dar ediyoruz.

Çiçekler arı, böcek, kelebek gibi canlılar aracılığıyla tozlama yapacakken ona bile müdahale ediyoruz. Tavuk endüstrisinde tavuklara antibiyotik kullandırıyoruz, erkek civcivleri vahşice katlediyoruz. Ormanları yok ediyoruz. Havayı, toprağı, suyu kirletiyoruz. Sonra da neden Covid-19 gibi pandemilerin olduğunu sorguluyoruz. Hayvanları katletmeyi bırakmayı düşünmezsek brusella, şarbon, kuş gribi, domuz gribi, deli dana, ruam ve şimdi de Covid-19 gibi nice hastalık bizler için kaçınılmaz son olacak.

Yem yetiştirmek ve hayvan üretimi için kullanılan kaynakları lütfen bir araştırın. Çok basit bir örnek vereceğim, buradan siz bir genellemeye ulaşın. Sadece 450 gr et yemeyerek tasarruf edeceğiniz su miktarı, 6 ay boyunca duş yaptığınız su miktarıyla aynı.

Dünya’ya en az zararı vegan ve minimalist bir hayat tarzıyla verebiliriz. Bireysel olarak ne yapmalıyız diye düşünürken yıllardır kendi yaptıklarımdan örnek vereceğim; çünkü aslında tahmin ettiğimiz kadar zor bir iş değil vegan bir yaşam biçimi. İşe öncelikle kendimizi olduğumuz halimizle kabul edip, kendimizle mutlu olarak başlamalıyız. Önceleri kimyasal saç boyalarını bırakıp, saçlarıma kına yaksam da, daha sonra onu da bıraktım ve şu anda beyaz saçlarımla çok mutluyum. Makyajı, ojeyi vd. bırakalı yıllar oldu. Cildime ve ellerime genelde bitkisel yağlar kullanıyorum, yazın güneşlenirken yine aynı şekilde bitkisel yağ karışımı kullanıyorum. Şampuanım, diş macunum vegan ve suya karışınca zararı yok. Diş fırçam plastik değil bambu. Parfüm, deodorant kullanmıyorum. Evde kullandığımız çamaşır ve bulaşık deterjanı, diğer temizlik ürünleri vegan ve ambalajları bile doğaya zarar vermeden karışabiliyor. Evden mümkün olduğunca az atık çıkarmaya çalışıyoruz. Yanımızda hep bez çantamız vardır, plastik poşet yerine. Elektrik ve su tüketimimize dikkat ediyoruz, işimiz yoksa sanki su sonsuz bir kaynakmış gibi kullanmıyoruz. Pazardan ihtiyacımız kadarını alıyoruz, yemeği ihtiyacımız kadar yapıyoruz, israf etmiyoruz. Mümkün olduğunca toplu taşıma kullanıyoruz. İhtiyacımız yoksa kıyafet alışverişi yapmıyoruz. Evimizde kullanmadığımız ve fazla olan her şeyi ihtiyacı olanlarla paylaşıyoruz, bazen takas ediyoruz ya da satıyoruz, sonuçta evde boş boş durmasından da birisine faydası olması daha iyi. Bir şeyleri işe yaradığı sürece yenileme derdimiz yok, mesela ev eşyaları ve mobilyalar gibi.

Başkasının bizimle ilgili ne düşüneceği, bize dayatılan güzellik algısı, zorundaymışız gibi dayatılan kalıplara uymaya çalışırken mutsuz olmaktansa, tüm bunların farkında olup daha bilinçli tüketiciler haline acilen gelmeliyiz. Kapitalizmin yeni pazar arayışı sonucu ortaya çıkan vegan paketli ürünleri tüketmeden de vegan olabilirsiniz. Mesela ben hayatımda hiç tofu yemedim; sebze, meyve, kuruyemiş, kuru baklagil yeterli; soya sütü içmeseniz de olur.

Vegan beslenmek de sağlıklı ürünler tüketmek anlamına gelmiyor. İçinde kimyasal ürünler olan vegan tüketim maddeleri de var veya patates kızartması da vegan bir yiyecek, kızartmalar sağlığımız için zararlı, kızartma için kullandığımız yağı ayrıştırmayıp lavabomuzdan dökersek Dünya’mıza da zararlı. Tek başına veganlık da yetmez, mevsimsel de beslenmek gerekiyor. Domatesi, salatalığı, çilek vd. ürünleri mevsiminde yememiz gerekiyor.

O hafta aynı kıyafeti 2-3 kere giyseniz iş arkadaşlarınız, komşularınız hakkınızda ne düşünür? Gerçekten önemli mi? Sadece bir tişört üretimi için yaklaşık olarak 13500 bardak su harcanıyor olmasını daha çok önemsemeniz gerekiyor. İçecek suyumuz neredeyse kalmadı; ama bizim derdimiz dolabımızda hali hazırda giyecekler varken yarın farklı olarak ne giyeceğimiz mi olmalı?

Gösterişçi tüketimin bu kadar etkisindeyken kendinize bir sorun bakalım maydanoz endüstrisi, roka endüstrisi neden yok? Neden et, süt, tavuk, giyim endüstrisi var? Mesela sigara firmaları neden aynı zamanda ilaç firmalarına ortak? O kaz tüyü, kuş tüyü, deri, ipekten yapılan kıyafetleri giyeceksiniz diye o hayvan dostlarımızın canlı canlı çektiği acıları umursamayıp bir de kendinize hayvan sever demeye devam ederken, tabağınızda duyguları olduğu ve acı çektiği kanıtlanmış bir canlının cesedini dilimleyip ağzınızda onun vücudunun bir parçasını çiğnerken sorun bakalım kendinize, sadece bir gündeki tüketim tercihlerinizle ve gündelik hayat alışkanlıklarınızla Dünya’mıza ne kadar zarar verdiniz? Başkasıyla tüketimde rekabet edeceksiniz, başkasına hava atacaksınız, sürekli kendinizi başkalarıyla yarış haline sokup kıyaslayacaksınız diye iklim krizine nasıl bir katkınız olduğunu kendinize sorun bakalım.

Dünya’dan hepimiz geçiyoruz, kocaman egolarımız aksini söylese de hiçbirimiz kalıcı değiliz. Bu yüzden bizden sonra gelecek olanları ve Dünya’yı paylaştığımız diğer canlıları da düşünüp tercihlerimizi ona göre yapmalıyız; çünkü ihtiyaçlarımıza, hırslarımıza, egomuza yetecek kadar toprak, su ve başka bir Dünya yok!


15 Kasım 2021 Pazartesi

Siyasette 10 Adım

“40 yaş altı” “Y kuşağı” bir sosyolog olarak, siyasette -özellikle yerel bazda siyasette- gözüme çarpan ve ilerisi için beni rahatsız eden bazı etik bulmadığım durumları madde madde paylaşmak istedim. Aktif olarak siyasetle ilgilenenlere, siyasetle ilgilenmeyi düşünenlere, bürokrasinin herhangi bir kademesinde olanlara, siyasetçilere yaranma derdi olanlara ve siyaseti çok yanlış anlayanlara yönelik maddeler…

Madde 1: Bütün partilerin içi aile üyelerinden temizlenmeli.

Parti üyeliği babadan oğula/kıza geçen bir sistem haline dönüşürse, oradaki oluşumda insanın aklına ilk gelen şey ülke dertleri değil de kendi menfaatleri için eylemde bulunan insanlar oluyor. Muhakkak böyle olmayanlar da vardır ve fakat ne olursa olsun etik olmayan bir durum.

Madde 2: Bir ailenin içinde her dönemde yoluna bakmak için her partiye üye en az bir kişi olanlar tespit edilmeli.

Bir bakıyorsunuz bir ailede CHP, MHP, İYİP, AKP vd. her partiye üye olan en az bir aile üyesi var. Hiçbir dönem sırtları yere gelmiyor. Bu beni bir vatandaş olarak çok rahatsız ederken, parti içindeki bürokrasi buna nasıl izin veriyor? Peki bu etik mi?

Madde 3: Parası olmayan da siyasete girebilmeli.

Seçilen kişinin ilk hedefinin koyduğunu faiziyle geri almak olmasının önüne geçilmesi gerekiyor. Bu şekilde bir mevkiye gelen bir insandan şehri, bölgesi, ülkesi için temiz siyaset yapacağına kim güven duyabilir? Parası olmayan bir sürü genç insan var; ama parası olan bir sürü yaşlının koltuk hırsı yüzünden bir kenarda olan biteni izlemek durumunda kalıyorlar. Bunun neresi etik?

Madde 4: Herkes seçilmeden önce ve sonraki mal varlığı ile banka hesaplarındaki parayı paylaşmalı -ailesininkini de.

Bu da bir önceki maddeyle bağlantılı bir madde aslında. Bir insanın esas derdi ve amacı gerçekten şehrine ve ülkesine hizmetse, bunu zaten halk talep etmeden kendiliğinden yapmalı, etiğe uygun hareket etmeli.

Madde 5: Partilerin içindeki gruplar dağıtılmalı.

Yeni bir insan bir partiye üye olduğunda nereye çarpsa bir gruba denk geliyor. Zaten parti dediğin birbirine ve ilkelerine bağlı kocaman bir grup değil mi? Biz mi yanlış biliyoruz? Kime selam verse ötekinin selam verdi diye kendisine küstüğü bir yapıda, düzgün bir yapılaşmadan nasıl bahsedilebilir? Gruplaşmaların olduğu, gruba üye olmayanların ötekileştirildiği bir sistemde etikten ne kadar bahsedilebilir?

Madde 6: Memurlar da partilere üye olabilmeli.

Toplumun her kesimi gibi, memurların da buna hakkı olabilmeli. Akademisyenlerin memur olup partiye üye olma hakları varken, akademisyen olmayan memurların parti üyeliği hakkı olmaması etik mi?

Madde 7: Seçildikten sonra vaat ettiği gibi olmayıp, söylediklerinin aksi yönünde değişen insanlara bir daha siyaset yapma hakkı verilmemeli ya da dönem sınırı getirilmeli.

İnsanlara kapısını kapatan, görüşme için randevu alınamayan, koltuğa oturduktan sonra egosu tavan yapan, insanları dinlemeyen kişiler onlara oy veren insanlar için ne kadar büyük bir hayal kırıklığı olduklarının farkında değiller. Bir de bunun başka bir versiyonu var. Odasına kabul ediyor, dinliyor, anlıyor gibi davranıyor, dinlediği kişiye umut veriyor, ona sözler veriyor, o kişi onun odasından ayrılırken mutluluktan havalarda uçuyor; daha sonra söz veren kişiyi aradığında o kişi telefonlara dahi çıkmıyor. Tıpkı Kanadalı sosyolog Erving Goffman’ın dramaturjisi gibi, müthiş bir oyun sergiliyor; ama haberi yok, seyirciyi sonsuza kadar kaybetti. İnsanlara altı boş umutlar veren, telefonlarını açmayan, randevu vermeyen, insanlara arkasını dönen bir siyaset etik mi?

Madde 8: Seçildikten sonra aile ve eş-dost işe alım süreci kontrol edilmeli.

Gerçekten görmek için baktığınızda bunu en çok delen kişilerin bu eylemi eleştiren düşünce yapısında olan kişiler olduğunu göreceksiniz. Keşke bütün belediyeler bu konuyla alakalı bir irdelense mesela. Örgün eğitimden mezun olan, bir veya birden fazla yüksek lisans mezuniyeti olan, liyakatli gençleri işe almaktansa, sırf akrabalık ya da ahbaplık ilişkisi olan liyakatsiz kişileri işe almak etik mi?

Madde 9: Siyasilerle fotoğraf çektirme yarışına son verilmeli.

Fotoğrafın sembol olarak yansıttığı anlamlar gözdağı, güç, geleceğe yatırım değil emin olun; aksine çok güçsüz görünüyorsunuz. Kimliğini kendi var oluşuyla ortaya koymaktan çok, kimliğini başkası üzerinden kuracak kadar içi, fikri, titri boş ve çiğ, sığ bir imaj çiziyorsunuz. İnsanların siyasetçilerle fotoğraflarını kullanmaları ve partilerin içinin bu şekilde düşünen insanlarla dolu olması etik mi?

Madde 10: Siyasi partiler ve siyasetle ilgilenenler sosyal medya hesaplarını kişisel şovları için kullanmamalı.

Sosyal medya hesaplarını yan yana dizilmiş bir sürü insanın fotoğrafı ve ziyaretini paylaşmak için kullanmak yerine, sosyal medyayı daha güzel ve faydalı amaçlar için kullanan bir siyaset fikri ve bu fikrin uygulanması bu kadar zor olmamalı diye düşünüyorum. Hatırı sayılır takipçisi olan siyasetle ilişkili sosyal medya hesaplarının kişisel çıkar ötesinde bir amaçla hareket edip, daha faydalı işler için sosyal medyayı kullanması hem örnek olacak hem etik olacak hem de takipçi sayısını daha da arttıracaktır.

Bertrand Russell’ın “Genellikle insanlar tarafından en çok arzulanan iki şeyden birincisi iktidar sahibi olmak, ikincisi de hayranlık uyandırmaktır.” sözü yerelde siyasetle uğraşanlar için tanımlayıcı bir cümle. İktidar ve hayranlık uyandırma arzunuz varsa size bu gücü veren ve size hayranlık duyan insanlara sırtınızı dönerek, onları yolda bırakarak buna ulaşamazsınız.

Teknoloji çağındayız. Artık gizlenemiyorsunuz, gizleyemiyorsunuz. Şeffaf olan, samimi olan, gerçek olan, faydalı olan kalacak. İnsanlar kör değil; görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz, en ufak şeyi bile önemsiyoruz. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil, olmayacak da.

Kendinizi yenilemeniz gerekiyor, kadrolarınızı yenilemeniz gerekiyor. Rant değil toplumsal huzur, barış, özgürlük, refah, adalet peşinde koşmanız gerekiyor.

İnanın bana, yukarıdaki gibi siyaset yapma devri çoktan bitti, bunu zamanla daha iyi göreceksiniz ya da siz bilirsiniz, zaman zaten size bunu acı bir şekilde gösterecek.

31 Ekim 2021 Pazar

Turp

Biliyor musun, uçurumdan düşen bir kaya dibe vurduğunu bilir.

Mutsuzdur.

Düştüğünden değil, düşmemeyi istemeyişinden mutsuzdur.

Kurtulmayı istemez; ama arzular.

Ben de çok arzuladım, şuursuzca.

Aradığımı sandığım şeyler her zaman bulduğumu sandığım şeylerde ya da yerlerde olmadı.

Bu benim yanılgımdı.

Hayatım böyle bir yanılgı çemberiydi.

Uçurumdan düşmemeyi bu yüzden istemiyordum.

Tutunamıyordum.

An’ı yaşıyordum.

Biliyor musun, tutunamayanlar an’ı yaşar;

Geçmiş ve geleceklerine tutunamamışlardır çünkü.

Ben de ne hatırlamak ne de ümit etmek istiyordum.

Zaten ben şekilsiz kara bir turptum.

Altı üstü bir turp.

Hem de kapkara.

Kendimi hiç sevmiyordum, diğerlerini de sevmiyordum.

Karanlığa gömülmüştüm iyice.

Neden yaşıyordum ki?

Kendime ve kime ne yararım oluyordu ki?

Tam bunları düşünürken ayak sesleri duymaya başladım.

İnsanlar yaklaşıyorlardı, ellerinde bıçaklarla.

“Beni kes, beni al.” diye bağırmaya başladım.

Yaşama amacım neydi ki, turptum ben!

Ve aldı beni, poşete attı.

Poşette benden başkaları da vardı.

İlk defa görüyordum onları, meğerse havuçmuş onlar.

Mutfak dedikleri bir yere götürdüler sonra bizi.

Temizlediler, süslü tabaklara koydular.

Konuşurlarken duydum, meğerse ben çok faydalıymışım.

Enerji veriyormuşum, halsizliğe ve mide sorunlarına iyi geliyormuşum.

Arkadaşım havuç da çok faydalıymış.

Nasıl mutlu oldum anlatamam.

Ben bu yaşama boşuna gelmemişim.

Benim de kattıklarım varmış evrene.

Şekilsizliğim şeklimmiş benim.

Zihnim yönetmiş beni hep.

Güneşe, suya, toprağa hasretmişim.

Ama gelin görün ki, artık çok geç.

Çünkü arkadaşım havuçla beni salata yapacaklar birazdan.

Ama mutluyum.

Çünkü ben uçurumdan düşen bir kayayım ve bu sefer mutluyum.

Düşmemeyi isteyişimden mutluyum.

 

Not: Neden herkes aynı konularda yazıyor, mesela neden kimse turp için bir şeyler yazmıyor diye yapılan konuşmanın sonrasında yazılmıştır.

25 Ekim 2021 Pazartesi

Hayata ve Dostluğa Dair

Yazıya Sabahattin Ali'nin "Kürk Mantolu Madonna" kitabından bir alıntıyla başlamak istiyorum: "Uğruna bir şeyler yaptığınız için pişman etmeyecek insanlar için çabalayın, sizin verdiğiniz bütün emekleri görmezden gelen insanlar için değil. Çünkü bir şeye boşa emek verdiğinin farkına varmak kadar kırıcı bir şey yok hayatta."

Gerçekten dost sandığı biri tarafından kırılmadan kimsenin yazacağı sözler değil bunlar. Bazen öyle olur. Sen karşıdakini dostun sanırsın; ama sen onun hiç dostu olmamışsındır; sana öyleymiş gibi davranmıştır belki de günü kurtarmak için, anlık zaferler için, zihinsel onca çöpünü boşaltmak için... Yani sen onu dostun sanarken, sen onun çöplüğü olmuşsundur.

Sen mutlu veya mutsuz bütün zamanlarını onunla paylaşırken seni bütün mutsuzluklarının, acılarının, gözyaşlarının, endişelerinin, korkularının, kayıplarının, hastalıklarının, toksik ilişkilerinin, kaygılarının içinde tutup da mutluluklarının dışında tutan birine dost diyebilir misin?

Bir insan neden mutsuzluklarını seninle, mutluluğunu başkalarıyla paylaşmak ister?

Bütün mutsuzluklarının içinde; ama mutluluklarının dışında tutulmak dostluk mudur?

Böyle olunca en başından itibaren bütün ayrıntılarıyla düşünüyor insan, acaba en başından beri neler gizledi, hata bende miydi, aslında hep böyleydi de ben mi konduramadım, gereğinden fazla değer verip ben mi hatalı davrandım diye... Hele dönüp dolaşıp benim gibi hatayı kendinde arayan biriyseniz işiniz zor. Ama bunu da öğrettiler bize, daha rahat hatalar yapıp kalbimizi daha çok kırmak için hatayı hep kendimizde aramamıza sebep oldular kendileriyle ilgili kusursuz mükemmellik algılarıyla. Ama aslında kusursuz birer zaman kaybına dönüştüler, gözümüzdeki değerlerini yerle bir ettiler, kötü bir tecrübe olarak anılarımızda kendilerine yer kazandılar gelecek anılarımızdaki sağlam olan yerlerini sonsuza kadar kaybederken.

O kaybederken sen kazandın. Nasıl bir dost ve insan olunmaması gerektiğine dair kendileri harika bir örnek oldular sana. Artık nasıl biri olmaman gerektiğiyle ilgili harika bir tecrüben daha var, daha iyi bir insan olman yolunda bu seni avantajlı hale getirdi.

Sana gerçekten değer verenlerin senin için her zaman vakit ayıracağını kendinden biliyordun zaten; çünkü bir insana senin için önemli olduğunu çok güzel ve açık şekilde hissettiren birisin.

Sana kendini sorunluymuş, yetersizmiş, sorun sendeymiş gibi hissettirenlerin kafa yapılarının ne kadar sorunlu olduğunu, onlar yüzünden kendini hırpaladıktan ve onların seni hırpalamasına izin verdikten sonra öğrendin. En az iki ya da üç kişinin bir araya gelip sen netsin, sen dürüstsün, sen çalışkansın, sen çok açıksın, sen farklısın deyip seninle ilgili algı yönetimi yapmalarından ve sanki sen kötü, eksik, kusurluymuşsun gibi hissettirmelerinden dolayı o "mükemmel" insanlar, onların "mükemmel" gruplaşmaları ve seni farklı diye ötekileştirip "mükemmel" bir şekilde dışarıda bırakmalarından dolayı toplum tarafından bütün o "kusurlu" addedilen kişilere karşı duyduğun sempati ve empati de her saniye arttı. Daha da ilginci sana kendini kötü hissettirenlerin daha sonra, belki aylar ve yıllar sonra senin yaptıklarını yapması veya geçtiğin yollardan geçmeye çalışması oldu. Ah be insanlık, en başından beri sadece kendinle uğraşsana.

Dışlanmış, ötekileştirilmiş, kusurları olan, mükemmellikten uzak, farklı, renkli, değişik olan herkesi ve her şeyi seviyorum. Onlara karşı içimde müthiş bir sevgi ve saygı var. Aslında başkalarının bize karşı sevgi hissetmesine de ihtiyacımız yok, kendi kendimize yetip yalnızken mutlu olmayı bilen karakterleriz biz. Yıllarca farklı diye dışarıda bırakılan biri olarak şunu çok iyi biliyorum, en kusursuz olan şey kusurluluktur.

Sen kırman gereken bütün döngüleri kırdın, artık kimsenin seni bir döngüye hapsetmesine izin vermeyeceksin. Bütün o kendini "mükemmel" sanan karakterlerin de desteğiyle oluşturduğun bütün zihin hapishanelerini parçaladın, zihninde asıl tutukluluk hali yaşayanların onlar olduğunu gördün. Bütün döngülerinden, bütün hapislerinden, başkalarından, kendinden özgürsün çok fazla mücadelenin sonunda. Güzel olan hiçbir şey gerçekten de mücadelesiz elde edilmiyor, hayatı kendine ve başkalarına zorlaştıran insanlar yüzünden.

Tamam, nasıl istiyorsan öyle olsun, sen yine sana yapılanı ve yaşatılanı unutma, sana kendini nasıl üzgün hissettiklerini ve gözyaşlarını unutma.

Ama gel önce bir sarılalım, kalplerimiz değsin birbirimize, bana her sarıldığında güven ve huzur duyacağını bil, bu kalbin bir parçası hep sana ait olacak.

Unutma bizler birer ebru sanatçısıyız, birbirimizin kalbine ve hayatına o yoğunlaştırılmış su üzerine damlatılan boya gibi dokunduk ve desenlerimiz değişerek karıştı birbirine, kağıda çıkacak olan resim biz birbirimizin hayatına girdikten son değişti.

Şimdi bütün sular gibi, bütün o yoğunlaşmış sıvı halimizle, okyanusa karışmayı başaralım, birbirimize hep okyanusu hatırlatalım, Mevlana'dan haz alalım:

"Bana gösterdiğin merhamet sakın ola ki yormasın seni; senden bıkmak, yorulmak asla mümkün değil. Oysa ki bu su kapları, kavanozlar, tüm bu alet edevat benden bıkmış olmalı. İçimde susadığını asla yeterince bulamayan susamış bir balık var Bırak yarım yamalak ölçmeyi tartmayı, bırak bu küçük hesapları ve kırıp at gitsin bu ufak tefek kapları. Sen bana okyanusun yolunu göster dost."

 

Sen Kimsin?

Sen kimsin? Sen kim olduğunu zannediyorsun? Cidden, kimsin sen?

Peki sen benim kim olduğumu biliyor musun? Senin bunu bilmen hiç önemli değil aslında, bu sorunun cevabını benim bilip bilmediğim önemli olan.

Ben kimim? Gerçekten, kimim ben?

Bu soruyu kendinize sorduğunuzda vereceğiniz cevaplar üzerinizde düşündünüz mü? Bizi neler tanımlıyor, kendimizi nasıl tanımlıyoruz, kendimizi kim olarak görüyoruz, kim olmak istiyoruz?

Kendi cevaplarımıza odaklanmak yerine başkalarının bizle ilgili tanımlarına daha çok önem veriyoruz. Acaba benimle ilgili ne düşünüyor, beni nasıl görüyor, beni seviyor mu, beni önemsiyor mu? Halbuki kendimizi nasıl gördüğümüz, kendimizi sevmemiz, kendimize saygı duymamız karşımızdakinin cevabından daha önemli.

Zygmunt Bauman’ın “Kimlik” kitabındaki şu cümle size kendinizle ilgili neler düşündürüyor? “Kimlikler havada salınıp durur; bazılarını kişi kendisi seçerken diğerleri etraftakiler tarafından şişirilip fırlatılır.” O zaman benim ne kadarım kendim, ne kadarım diğerlerinin bana fırlattığı etiketler? Benim kim olduğuma dair herkes aynı cevabı veriyor mu, yoksa her insan bana dair farklı bir kimlik özelliğimi mi biliyor? Beni tam anlamıyla tanıyan biri var mı? Ben kendimi tam anlamıyla tanıyor muyum?

Kim olduğumuza dair sorduğumuz sorulara verilecek kesin cevaplar var mı? Ben Fundayım, ben sosyoloğum, ben kadınım… Yarın meslek, isim, cinsiyet değiştirmeye karar verir miyim? Kendimle, seninle, hayatla ilgili nelere kesin gözüyle bakmalıyım?

Kendimizi ve başkalarını Sezen Aksu şarkısındaki gibi kategorize etme, yaftayı yapıştırıp hemen isim koyma derdindeyken neleri gözden kaçırıyoruz?

“Ben oldum.” diyebilen var mı, bunu kendi kendinize söylediğinizde kendinize inanıyor musunuz? Yoksa bu oluş biz yaşadıkça hiç bitmeyecek bir süreç mi? Bauman’ın dediği gibi “kimliğin statüsündeki ebedi tamamlanmamışlık ve istikrarsızlık gerçeği” bize kimliğimizle ilgili veya önyargılarımızla ilgili nasıl ipuçları veriyor? Her şey bu kadar değişken ve akışkanken, biz her an değişirken, karşımızdakinin değişebilme ihtimali konusunda yeteri kadar esnek miyiz, yoksa katı mıyız? Bir “hata” yapan birisini affetmemek için, onun değişebilme ihtimalini göz ardı edecek kadar yargılarımızın bağımlısı mıyız? Bir insan yedisinde neyse yetmişinde de o mudur hakikaten?

Kendimizi ve başkalarını kısıtlayarak, hem kendimizi hem de başkalarını farklılıkların besleyiciliğinden, çok seslilikten, çoğulculuktan, farklılığın getirdiği yaratıcılıktan mahrum etmeyi hiç bırakacak mıyız?

Bernard Lahire’nin “Sosyoloji ve Sözde Mazeret Toplumu” kitabında dediği gibi “Biçimlendirmeye katkıda bulunduğumuz bu dünya tarafından biçimlendirilmiş olan bizler hiçbir şekilde bu dünyadan kaçamayız; ister marjinal olsun ister konformist, ister tahakküm eden olsun ister tahakküm edilen, hepimiz bu dünyanın bizden yarattıklarıyla ve içinde bulunduğumuz durumlara göre bu dünyada yapabileceklerimizle bir şeyler yaparız.”. Lahire kitabında şöyle devam ediyor: “Her birey, onu oluşturan deneyimler aracılığıyla diğerlerinden ayrıldığı ölçüde eşsizdir. Dolayısıyla katıldığı grup ve kurumlardan, parçası olduğu etkileşim türlerinden ayrılamaz.” Az önceki soruyu tekrarlayalım, ne kadarın kendinsin?

Lahire kitabında “Her birey, tüm belirleyicilerinin bilincinde olamayacak kadar multi-sosyal ve çok belirleyenlidir. Bu nedenle toplumsal bir determinizm fikrine karşı konulması normaldir. Çünkü birey, çeşitli yatkınlıkların taşıyıcısıdır ve içinde bulunduğu toplumsal durumlara göre üzerinde çeşitli güçler uygulanır; birey de zaman zaman bir davranış özgürlüğü hissine sahip olabilir. Ancak özgürlük hissi, bireylerin ne yapacaklarını ve nasıl yapacaklarını belirleyen şeylerin bilincinde oldukları olgusundan ziyade, bütün olarak eylemleriyle kuşatılmış oldukları, arzularına, kısa vadedeki hedeflerine ya da uzun vadeli projelerine kapılmış halde ne yapıyorlarsa o oldukları olgusundan kaynaklanır.” diyor. Son kez soralım, ne kadarın kendinsin?

Sen kimsin? Ben kimim? Sen toplumun üretip yarattığı bir şey misin? Sen kendi kendinin ürünü müsün? Gerçekten kim olduğuna karar verecek kadar özgür müsün? Kim olduğuna dair bir fikrin var mı?

Peki ya ben öyle mi? Ben? Ben kimim?

Ben benim. Her zaman da ben olacağım. İçinde geçmişi, şimdiyi, geleceği, ihtimalleri, seni, toplumu, dünyayı her şeyi içine alan çok kalabalık bir ben…

 

Balık

Eh, hafızam bir hayli zayıf.

Bundan da yakındığım yok açıkçası.

Siz insanlar gibi sürekli geçmişte takılı kalıp üzülmekten iyidir bence.

E tabi sizin kötü olarak göreceğiniz yanları da yok değil zayıf hafızamın.

Bu durumumdan yararlanmak isteyenler çok oluyor maalesef.

Üstüne bir de iyi niyet ve yumuşak yüreğimi katınca dayanılmaz bir hal alabiliyor bu durum benim için;

Dayanılmazı olumsuz olarak söylemedim ama.

Hani siz sevdiğiniz bir şeyi görüp 

”Bu, benim için dayanılmaz.”, dersiniz ya, 

Ben de öyle olumlu bir anlamda kullandım bu cümleyi; çünkü güven benim için dayanılmazdır.

Evet, diğerlerini kendimden ayrı olarak görmüyorum.

Sizin yarattığınız dünyaya göre de bu hayli zarar getirecek bir düşünce belki;

Ama bana göre siz ve ben ayrı değiliz.

Aynı güç yarattı hepimizi.

Farklılıklarımız kendi türlerimiz içinde bile çok belki; ama hepimiz aynı ebeveynin çocuklarıyız.

Üstelik siz bize acımasız davranıp yaşadığımız suları kirletseniz bile biz sizi koşulsuzca sevip oksijeninizi üretiyoruz.

İşte söylemek istediğim de bu aslında: beklenti, karşılık…

Hiç kimseye bir davranışı karşılık bekleyerek yapmadığım için onların benim güvenimi sarsıp sarsmamaları söz konusu bile olmuyor.

Bir daha geldiklerinde yine güler yüzle karşılıyorum onları.

Yaptıkları kötülük maddi ya da manevi ne kadar büyük olursa olsun güvenim zedelenmiyor.

İşte asıl cesaret budur!

Güven benim için bu yüzden dayanılmazdır.

Çünkü güvenin olduğu yerde sevgi vardır.

Sevginin olduğu yerde de özgürlük vardır, serbest bırakma vardır.

Kimseyi değiştiremem, kimseye zorla bir şey yaptıramam;

Görevim bu değil ki,

Benim görevim koşulsuz sevmek, karşılık beklememek, beklentiyi salıvermek…

Yaşamın coşkusu burada işte, sihir burada, sevgide;

Çünkü kendimi en özgür hissettiğim anlar kafamdaki tüm yargıları atıp merhametli ve bağışlayıcı davrandığım anlardır.

Ne gerek var öfkeye ve intikama ya da güvensizliğe.

İşte bu yüzden hafızamın zayıf olmasından yakınmıyorum,

Balık olmaktan da çok mutluyum.

Geceleri görün hele siz beni…

Sevgim ve inancımın dışa vurumuyla parlıyorum derin sularda en güzel renklerimle.

Hayatımın her anı için şükran duyuyorum beni yaratan güce.

Her an yeniden doğuyorum, hafızamın da boş olmasının yardımıyla,

Ve işte bu yüzden her saniye benim için ilk defa keşfedilmiş bir kıta gibi coşku uyandırıcı oluyor,

Ve işte bu yüzden her anımda daha da arınıyorum ve umudum daha da artıyor.

Ben işte bu yüzden hafifim ve de neşeli.

Aslında size bir formül verebilirim, uygulayıp uygulamamak size kalmış:

Sevgi, şefkat, bağışlama, inanç, sevinç, esneklik, cesaret, merak, daha çok kahkaha, heyecan, yaratıcılık, anlayış, hoşgörü…

Gerçi formüller zihinde sınır yaratır belki; ama en azından bu formülle özgürlüğünüz için bir adım atmış olursunuz ve daha sonra kendi formülünüzü kendiniz yaratırsınız.